Amma bir dâire-i külliyenin cüz’î bir hâdise-i şahsiye ile meşgul olması, yâni kâhinlere gaybî haberleri getirmek için şeytanlar, tâ semavâta çıkıp kulak veriyorlar, yarım yamalak yanlış haberler getiriyorlar diye tefsirlerdeki ifadelerin bir hakîkatı şu olmak gerektir ki: Semavât memleketinin pâyitahtına kadar gidip o cüz’î haberi almak değildir. Belki cevv-i havaya dahi şumulü bulunan semavât memleketinin teşbihte hata yok karakol hâneleri hükmünde ba’zı mevkileri var ki, o mevkilerde Arz memleketi ile münâsebetdarlık oluyor; cüz’î hadiseler için, o cüz’î makamlardan kulak hırsızlığı yapıyorlar. Hatta kalb-i insanî dahi o makamlardan birisidir ki, melek-i ilham ile şeytan-ı husûsi o mevkide mübareze ediyorlar. Ve hakâik-i îmaniye ve Kur’âniye ve hâdisat-ı Muhammediye (A.S.M.) ise, ne kadar cüz’î de olsa, en büyük, en küllî bir hâdise-i mühimme hükmünde en küllî bir dâire olan Arş-ı Âzam’da ve dâire-i semavâtta temsilde hata olmasın mukadderat-ı kâinatın ma’nevî ceridelerinde neşrolunuyor gibi her köşede medâr-ı bahsoluyor, diye beyân ile beraber, kalb-i Muhammedî’den (A.S.M.) tâ dâire-i Arş’a varıncaya kadar ise, hiçbir cihetle müdahale imkânı olmadığından, semavâtı dinlemekten başka, şeytanların çâresi kalmadığını ifade ile, Vahy-i Kur’ânî ve Nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) ne derece yüksek bir derece-i hakkaniyette olduğunu ve hiçbir cihetle hilâf ve yanlış ve hile ona yanaşmak mümkün olmadığını, gâyet beliğane belki mu’cizane ilân etmek ve göstermektir...
S a i d N u r s î