İkinci Vazifesi: Zât-ı Hayy-ı Kayyûm’un hitabatına, insan, camiiyeti haysiyetiyle en mükemmel muhatab olmak ve hayretkârâne san’atlarını takdir ve tahsin etmekle en yüksek sesli bir dellal olmak ve şuurdârâne teşekküratın bütün envâiyle, bütün envâ-ı ni’metine ve çeşit çeşit hadsiz ihsanatına şükür ve hamd ü sena etmektir.
Üçüncü Vazifesi: Hayatı ile, üç cihetle Zât-ı Hayy-ı Kayyûm’a ve şuunâtına ve sıfât-ı muhîtasına âyinedarlık etmektir.
Birinci Vecih: İnsan kendi acz-i mutlakiyle, Hâlıkının kudret-i mutlakasını ve derecâtını; ve aczin dereceleriyle, kudretin mertebelerini hissetmektir. Ve fakr-ı mutlakiyle rahmetini ve rahmetinin derecelerini idrak etmek ve za’fiyle onun kuvvetini anlamaktır. Ve hâkeza.. Noksan sıfatlariyle Hâlıkının evsaf-ı kemâline mikyasvâri âyine olmak. Gecede nurun daha ziyâde parlamasına nazaran, gece zulmetinin elektrik lâmbalarını göstermeğe mükemmel bir âyine olduğu gibi, insan dahi böyle nâkıs sıfatlariyle kemâlât-ı İlâhîyyeye âyinedarlık eder.
İkinci Vecih: İnsan, cüz’î iradesiyle ve azıcık ilmiyle ve küçücük kudretiyle ve zâhirî mâlikiyetiyle ve hânesini bina etmesiyle, bu kâinat ustasının mâlikiyetini ve san’atını ve iradesini ve kudretini ve ilmini, kâinatın büyüklüğü nisbetinde anlar, âyinedarlık eder.
Üçüncü Vecih’deki âyinedarlığın iki yüzü var:
Birisi, Esmâ-i İlâhîyenin ayrı ayrı nakışlarını kendinde göstermektir. Âdeta insan, câmiiyetiyle kâinatın küçük bir fihristesi ve bir misâl-i musağğarası hükmünde olup, umum Esmânın nakışlarını gösteriyor.
İkinci yüzü, şuunat-ı İlâhîyyeye âyinedarlık eder. Yâni kendi hayatiyle Zât-ı Hayy-ı Kayyûm’un hayatına işâret ettiği gibi, kendi hayatında inkîşaf eden sem’ ve basar gibi duyguların vâsıtasiyle, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm’un sem’ ve basar gibi sıfatlarına âyinedarlık eder, bildirir.
Hem insan hayatında bulunan ve inkîşaf etmeyen ve his ve hassasiyet sûretinde galeyan eden ve kesretli bir sûrette olan çok ince hayatî duygular, ma’nalar ve hisler vâsıtasiyle, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm’un Şuunat-ı Kudsiyesine âyinedarlık eder. Meselâ: O hassasiyet içinde; sevmek, iftihar etmek, memnun olmak, mesrur olmak, müferrah olmak gibi ma’nalar ile Zât-ı Akdes’in kudsiyetine ve gına-yı mutlakına münâsib ve lâyık olmak şartiyle, o neviden olan şuûnâtına âyinedarlık eder. Hem insan, nasılki hayat-ı câmiasiyle Zât-ı Zülcelâl’in sıfât ve şuûnâtına bir mikyas-ı mârifettir.. ve cilve-i Esmâsına bir fihristedir.. ve şuurlu bir âyinedir.. ve hâkezâ.. çok cihetlerle Zât-ı Hayy-ı Kayyûm’a âyinedarlık eder.