Lemalar | Otuzuncu Lema | 353
(304-356)

Beşinci Şuâ’nın İkinci Mes’elesi: Kâinata tecelli eden Kayyûmiyetin cilvesi, Vâhidiyet ve Celâl noktasında olduğu gibi, kâinatın merkezi ve medârı ve zîşuur meyvesi olan insanda dahi, Kayyûmiyetin cilvesi Ehadiyet ve Cemâl noktasında tezahürü var. Yâni nasılki kâinat sırr-ı Kayyûmiyetle kaimdir.. öyle de: İsm-i Kayyûm’un mazhar-ı ekmeli olan insan ile, bir cihette kâinat kıyam bulur; yâni kâinatın ekser hikmetleri, maslahatları, gayeleri insana baktığı için, güya insandaki cilve-i Kayyûmiyet, kâinata bir direktir. Evet, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm, bu kâinatta insanı irade etmiş ve kâinatı onun için yaratmış denilebilir. Çünkü; insan, câmiiyet-i tâmme ile bütün Esmâ-i İlâhîyyeyi anlar, zevkeder. Husûsan rızktaki zevk cihetiyle pek çok Esmâ-i Hüsnâyı anlar. Halbuki melâikeler, onları o zevk ile bilemezler.

İşte insanın bu ehemmiyetli câmiiyetidir ki: Zât-ı Hayy-ı Kayyûm, insana bütün Esmâsını ihsas etmek ve bütün envâ-ı ihsanatını tattırmak için öyle iştihalı bir mide vermiş ki, o midenin geniş sofrasını hadsiz envâ-ı mat’umatiyle kerîmane doldurmuş. Hem bu maddî mide gibi hayatı da bir mide yapmış. O hayat midesine duygular, eller hükmünde gâyet geniş bir sofra-i ni’met açmış. O hayat ise, duyguları vâsıtasiyle, o sofra-i ni’metten her çeşit istifadeler ile, teşekküratın her nev’ini yapar. Ve bu hayat midesinden sonra bir insaniyet midesini vermiş ki, o mide, hayattan daha geniş bir dâirede rızk ve ni’met ister. Akıl ve fikir ve hayal, o midenin elleri hükmünde, semavât ve zemîn genişliğinde, o sofra-i rahmetten istifade edip şükreder. Ve insaniyet midesinden sonra hadsiz geniş diğer bir sofra-i ni’met açmak için, İslâmiyet ve îman akidelerini, çok rızk ister bir ma’nevî mide hükmüne getirip, onun rızk sofrasının dâiresini mümkinat dâiresinin haricinde genişletip, Esmâ-i İlâhîyyeyi de içine alır kılmıştır ki, o mide ile İsm-i Rahman’ı ve İsm-i Hakîm’i en büyük bir zevk-i rızkî ile hisseder. “ELHAMDÜLİLLAHİ ALÂ RAHMANİYYETİHİ VE ALÂ HAKÎMİYYETİHİ” der ve hâkezâ.. bu ma’nevî mide-i kübrâ ile hadsiz ni’met-i İlâhîyyeden istifade edebilir; ve bilhassa o midedeki muhabbet-i İlâhîyye zevkinin daha başka bir dâiresi var...

İşte Zât-ı Hayy-ı Kayyûm, insanı bütün kâinata bir merkez, bir medâr yaparak, kâinat kadar geniş bir sofra-i ni’met insana açtığının ve kâinatı insana müsahhar ettiğinin ve kâinatın insan ile mazhar olduğu sırr-ı Kayyûmiyetle bir cihette kaim olduğunun hikmeti ise, insanın mühim üç vazifesidir.

Birincisi: Kâinatta münteşir bütün envâ-ı ni’meti insanla tanzim etmek ve insanın menfaatı ipiyle tesbih taneleri gibi tanzim eder, ni’metlerin iplerinin uçlarını insanın başına bağlar, rahmet hazinelerinin umum çeşitlerine insanı bir liste hükmüne getirir.

Ses Yok