Lemalar | Otuzuncu Lema | 350
(304-356)

Birer fotoğraf birer telgraf gibi çok makineleri, hatta en küçük bir kafada dahi yapmakla beraber herbir insan kafasına, değil yalnız plâksız fonoğraf, birer âyinesiz fotoğraf, bir telsiz telgraf, belki bunlardan yirmi def’a daha harika, her insanın kafasında öyle bir makineyi yapmaktan ve istediği tarzda işleyip neticeleri vermekten gelen iftihar-ı kudsî ve memnuniyet-i mukaddese gibi ma’naları ve Rubûbiyetin bu nev’inden olan ulvî şuûnatı; elbette ve herhalde bu faaliyet-i dâimeyi istilzam eder.

Hem meselâ bir hükümdâr-ı âdil, ihkak-ı hak için mazlûmların hakkını zâlimlerden almakla ve fakirleri kavîlerin şerrinden muhafaza etmekle ve herkese müstehak olduğu hakkı vermekle lezzet alması, iftihar etmesi, memnun olması; hükümdarlığın ve adâletin bir kaide-i esasiyesi olduğundan, elbette Hâkim-i Hakîm, Adl-i Âdil olan Zât-ı Hayy-ı Kayyûm’un bütün mahlûkatına, husûsan zîhayatlara “hukuk-u hayat” ta’bir edilen şerâit-i hayatiyeyi vermekle.. ve hayatlarını muhafaza için onlara cihâzât ihsan etmekle.. ve zaîfleri kavîlerin şerrinden Rahîmane himaye etmekle.. ve umum zîhayatlarda bu dünyada ihkak-ı hak etmek nev’i tamamen ve haksızlara ceza vermek nev’i ise kısmen sırr-ı adâletin icrasından olmakla.. ve bilhassa Mahkeme-i Kübrâyı haşirde adâlet-i ekberin tecellisinden hasıl olan ve ta’birinde âciz olduğumuz şuûnat-ı Rabbânîye ve maânî-i kudsiyedir ki, kâinatta bu faaliyet-i dâimeyi iktiza ediyor.

İşte bu üç misâl gibi; Esmâ-i Hüsnânın umumunda, herbirisi bu faaliyet-i dâimede böyle kudsî ba’zı Şuûnât-ı İlâhîyyeye medâr olduklarından, Hallakıyet-i Dâimeyi iktiza ederler. Hem mâdem her kabiliyet, herbir isti’dâd, inbisat ve inkîşaf edip semere vermekle bir ferahlık, bir genişlik, bir lezzet verir.. hem mâdem her vazifedar, vazifesini yapmak ve bitirmekle, vazifesinden terhisinde büyük bir rahatlık, bir memnûniyet hisseder.. ve mâdem bir tek tohumdan bir çok meyveleri almak ve bir dirhemden yüz dirhem kâr kazanmak, sâhiblerine çok sevinçli bir halettir, bir ticarettir. Elbette bütün mahlûkattaki hadsiz isti’dâdları inkîşaf ettiren ve bütün mahlûkatını kıymetdar vazifelerde istihdam ettikten sonra terakkivari terhis ettiren, yâni unsurları, madenler mertebesine; madenleri, nebatlar hayatına; nebatları, rızık vâsıtasiyle hayvanların derece-i hayatına; ve hayvanları insanların şuurkârane olan yüksek hayatına çıkarıyor.

İşte herbir zîhayatın zâhirî bir vücûdunun zevaliyle; (Yirmi Dördüncü Mektub’da îzah edildiği gibi) ruhu, mâhiyeti, hüviyeti, sûreti gibi pek çok vücûdlarını arkasında bıraktıran ve yerinde vazife başına geçiren faaliyet-i dâime ve Hallakıyet-i Rabbânîyeden neş’et eden maânî-i kudsiyenin ve Rubûbiyet-i İlâhîyenin ne kadar ehemmiyetli oldukları anlaşılır.

Ses Yok