İşârâtü'l - İcâz | Hurufu Mukattaa | 37
(30-39)

Ve keza, istiğrakı ifade eden Kur’ân’ın her köşesinde rekz ve her yerinde zikredilen deliller, bürhanlar, hücuma gelen şek ve şübheleri def ile, Kur’ân’ın o gibi lekelerden münezzeh olduğunu i’lân eder. Ve lîsan-ı haliyle şu şiiri okutur:

Yâni: Kur’ânda ta’yib edilecek hiçbir nokta yoktur. Kur’ân gibi sahih kavilleri ta’yib etmek, ancak fehimlerin sekametinden ileri geliyor. Ve keza, zarfiyeti ifade eden i091 ta’biri, Kur’ân’ın sathına ve zâhirine konan şek ve şübhe varsa, içerisindeki hakâik ile def’edilebileceğine işârettir.

Arkadaş! Tahlil vâsıtasiyle terkibin kıymetini ve küll ile cüzler arasındaki farkı idrak edebildiysen, bu misâllerdeki kuyud ve hey’ata dikkat et. Ve o kelimelerden nebean eden zülâl-i belâgatı ve kevser-i fesahatı doyuncaya kadar iç, “Elhamdülillah!” de.

S- Âyet-i Kerîmesinin cümleleri, atf ile birbiriyle bağlanmamış olması neye binâendir?

C- O cümleler arasındaki şiddet-i ittisal, bağlılık ve sarılmaktan bir ayrılık yoktur ki, birbiriyle bağlanmaya lüzum olsun. Zîra, o cümlelerin herbirisi, arkadaşlarına hem babadır, hem oğul. Yâni; hem delildir, hem neticedir. Evet, lîsan-ı haliyle hem muarazaya meydan okur, hem mu’ciz olduğunu i’lân eder. hem bütün kitablara faik olduğunu tasrih eder, hem müstesna ve mümtaz olduğunu izhâr eder. hem Kur’ân’ın şek ve şübhe yeri olmadığını tasrih eder, hem müstesna ve mümtaz olduğunu izhâr eder.

Dinle
-