Üçüncüsü: İnsan santral gibi, bütün hilkatın nizamlarına ve fıtratın kanunlarına ve kâinattaki nevamis-i İlâhîyyenin şualarına bir merkezdir. Binâenaleyh insanın o kanunlara intisâb ve irtibat etmesi ve o namusların eteklerine yapışıp temessük etmesi lâzımdır ki, umûmî cereyanı te’min etsin. Ve tabakat-ı âlemde deveran eden dolapların hareketlerine muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmesin. Bu da ancak, o emir ve nevahiden ibâret olan ibâdetle olur.
Dördüncüsü: Emirleri imtisâl, nehiylerden içtinâb etmek sayesinde, bir ferd, hey’et-i içtimâîyede çok mertebelerle nisbet peyda eder ve alâkadar olur. Bilhassa ahkâm-ı dîniye ve mesalih-i umûmîye husûsunda bir ferd, bir nev’ hükmüne geçer. Yâni pek çok hukuklar, haysiyetler, irşâdlar, ta’limler, ıslahlar gibi vazifeler, bir şahsa yüklenir. Eğer o emri imtisâl, nevahiden içtinâb eden o şahıs olmasa; o vazifeler tamamen payimal olur.
Beşincisi: İnsan, İslâmiyet sayesinde, ibâdet saikasiyle bütün müslümanlara karşı sâbit bir münâsebet peyda eder ve kavî bir irtibat ve bağlılık elde eder. Bunlar ise sarsılmaz bir uhuvvete, hakîki bir muhabbete sebeb olur. Zâten hey’et-i içtimâîyenin kemâline ve terakkisine ilk ve en birinci basamaklar, uhuvvet ile muhabbettir.
İbâdetin şahsî kemâlâta sebeb olduğunun îzahı:
İnsan; cismen küçük, zaîf ve âciz olmakla beraber, hayvânâttan addedildiği halde, pek yüksek bir ruhu taşıyor ve pek büyük bir isti’dâda mâliktir ve hasredilmeyecek derecede meyilleri vardır ve gayr-ı mütenahî emeller sâhibidir ve addedilemez fikirleri vardır ve gayr-ı mahdud şeheviye ve gadabiye gibi kuvveleri vardır ve öyle acâib bir yaratılışı vardır ki, sanki bütün enva’ ve âlemlere fihriste olarak yaratılmıştır.
İşte böyle bir insanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibâdettir; isti’dâdlarını inkişaf ettiren, ibâdettir; meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibâdettir; emellerini tahakkuk ettiren ibâdettir; fikirlerini tevsi’ ve intizam altına alan, ibâdettir; şeheviye ve gadabiye kuvvelerini hadd altına alan, ibâdettir; zâhirî ve bâtınî uzuvlarını ve duygularını kirleten tabiat paslarını izâle eden, ibâdettir; insanı, mukadder olan kemâlâtına yetiştiren, ibâdettir; abd ile Ma’bûd arasında en yüksek ve en latif olan nisbet, ancak ibâdettir. Evet kemâlât-ı beşeriyenin en yükseği, şu nisbet ve münâsebettir.
İhtar: İbâdetin ruhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan ibâdetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibâdete illet gösterilse, o ibâdet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.