Îman ve Küfür | Altıncı Söz | 28
(28-33)

Nefis ve malını Cenâb-ı Hakk’a satmak ve O’na abd olmak ve asker olmak; ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciği dinle:

Bir zaman bir pâdişah, raiyetinden iki adama, her biri sine emaneten birer çiftlik verir ki; içinde fabrika, makine, at, silâh gibi her şey var. Fakat fırtınalı bir muharebe za manı olduğundan, hiçbir şey kararında kalmaz. Ya mah volur veya tebeddül eder gider. Pâdişah, o iki nefere kemâl-i merhametinden bir yâver-i ekremini gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu: “Elinizde olan emanetimi bana satınız. Tâ, sizin için muhafaza edeyim. Beyhûde zâyi olmasın. Hem muharebe bittikten sonra size daha güzel bir surette iade edeceğim. Hem, gûya o emanet malınızdır; pek büyük bir fiat size vereceğim. Hem, o makine ve fabrikadaki âletler, benim namımla ve benim tezgâhımla işlettirilecek. Hem fiatı, hem ücretleri, birden bine yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim. Hem de siz, âciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masarifâtını tedarik edemezsiniz. Bütün masârifâtı ve levâzımatı, ben deruhde ederim. Bütün vâridatı ve menfaatı size vereceğim. Hem de, terhisat zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte, beş mertebe kâr içinde kâr... Eğer bana satmazsanız, zâten görüyorsunuz ki, hiç kimse elindekini muhafaza edemiyor.

Ses Yok