Ödeyip itminan-ı kalb ile Rabb-ı Rahîmine îtimad eder. Evet, ârif-i billah, aczden, mehâfetullahtan telezzüz eder. Evet havfta lezzet vardır. Eğer, bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse: “En leziz ve en tatlı hâletin nedir?” Belki diyecek: “Aczimi, zaafımı anlayıp, vâlidemin tatlı tokatından korkarak yine vâlidemin şefkatli sinesine sığındığım hâlettir.” Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, ancak bir lem’a-i tecelli-i rahmettir. Onun içindir ki: Kâmil insanlar, aczde ve havfullahta öyle bir lezzet bulmuşlar ki; kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberri edip, Allah’a acz ile sığınmışlar. Aczi ve havfı, kendilerine şefaatçı yapmışlar.
Diğer ilâç ise, şükür ve kanaat ile taleb ve dua ve Rez zâk-ı Rahîmin rahmetine îtimaddır. Öyle mi? Evet, bütün yeryüzünü bir sofra-i ni’met eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevâd-ı Kerîm’in misâfirine fakr ve ihtiyaç, nasıl elîm ve ağır olabilir? Belki, fakr ve ihtiyacı, hoş bir iştiha suretini alır. İştiha gibi fakrın tezyîdine çalışır. Onun içindir ki: Kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler. Sakın yanlış anlama! Allah’a karşı fakrını hissedip yalvarmak demektir.