Yoksa fakrını halka gösterip, dilencilik vaziyetini almak demek değildir. Ve o bilet, sened ise; başta namaz olarak edâ-i ferâiz ve terk-i kebâirdir. Öyle mi? Evet, bütün ehl-i ihtisas ve müşâhedenin ve bütün ehl-i zevk ve keşfin ittifakiyle; o uzun ve karanlıklı ebedül âbâd yolunda zâd ve zahîre, ışık ve burak; ancak Kur’ân’ın evâmirini imtisal ve nevâhisinden içtinab ile elde edilebilir. Yoksa fen ve felsefe, san’at ve hikmet, o yolda beş para etmez. Onların ışıkları, kabrin kapısına kadardır.
İşte ey tenbel nefsim!
Beş vakit namazı kılmak, yedi kebâiri terketmek; ne kadar az ve rahat ve hafiftir. Neticesi ve meyvesi ve faidesi, ne kadar çok mühim ve büyük olduğunu, aklın varsa, bozulmamış ise anlarsın. Ve fısk ve sefahete seni teşvik eden şeytana ve o adama dersin: “Eğer ölümü öldürüp, zevâli dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı, beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle, dinleyelim. Yoksa sus. Kâinat mescid-i kebîrinde Kur’ân kâinatı okuyor! Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidâyetiyle amel edelim ve onu vird-i zeban edelim.”
Evet söz Odur. Ve Ona derler. Hak olup, Haktan gelip Hak diyen ve Hakikatı gösteren ve nuranî hikmeti neşreden O’dur...