Aynen öyle de, geçmiş ve gelecek elemli saatleri ki hiç ve mâdum ve yok olmuşlar şimdi düşünüp sabırsızlık göstermek ve kusurlu nefsini bırakıp, Allah’tan şekva etmek gibi “of, of” etmek dîvâneliktir. Eğer sağasola yani geçmiş ve geleceklere sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve güne karşı tutsa, tam kâfi gelir. Sıkıntı ondan bire iner. Hattâ şekva olmasın, ben bu üçüncü Medrese-i Yusûfiyede, birkaç gün zarfında, hiç ömrümde görmediğim maddî ve mânevî sıkıntılı, hastalıklı musibetimde, hususan Nurun hizmetinden mahrumiyetimden gelen me’yusiyet ve kalbî ve ruhî sıkıntılar beni ezdiği sırada, inâyet-i İlâhiye bu mezkûr hakikatı gösterdi. Ben de sıkıntılı hastalığımdan ve hapsimden razı oldum. Çünki: “Benim gibi kabir kapısında bir bîçâreye, gafletle geçebilir bir saatini, on aded ibadet saatleri yapmak büyük kârdır ”diye şükreyledim.
Üçüncü Nokta: Mahpuslara şefkatkârane hizmetle yardım etmek ve muhtaç oldukları rızıklarını ellerine vermek ve mâ nevî yaralarına tesellilerle merhem sürmekte az bir amel ile büyük bir kazanç var ve dışarıdan gelen yemeklerini onlara vermek, aynı o yemek kadar o gardiyan ve gardiyan ile beraber dahilde ve hariçte çalışanların bir sadaka hükmünde− defter-i hasenatına yazılır. Hususan musibetzede, ihtiyar veya hasta veya fakir veya garip olsa, o sadaka-i mânevîyenin sevabı çok ziyâdeleşir.
İşte bu kıymetli kazancın şartı, farz namazını kılmaktır. Tâ ki: O hizmeti, Lillâh için olsun. Hem bir şartı da, sadakat ve şefkat ve sevinç ile minnet etmemek tarzda yardımlarına koşmaktır.