Fakat bu ziyafet-i İlâhiye ve bayram-ı Rabbâniyedeki İsm-i Rahman ve Muhyî’nin tecellilerine mukabil İsm-i Kahhar ve Mümît, firak ve mevt ile karşılarına çıkıyorlar. Şu ise
rahmetinin vüs’at-i şümûlüne zâhiren muvafık düşmüyor. Fakat hakikatte birkaç cihet-i muvâfakatı vardır.
Bir ciheti şudur ki: Sâni’-i Kerîm, Fâtır-ı Rahîm, herbir taifenin resm-i geçit nöbeti bittikten ve o resm-i geçitten maksud olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyet itibariyle dünyadan, merhametkârâne bir tarz ile tenfir edip usandırıyor, istirahata bir meyil ve başka bir âleme göçmeğe bir şevk ihsan ediyor. Ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelân-ı şevkengiz, ruhlarında uyandırıyor.
Hem o Rahman’ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda, mücahede işinde telef olan bir nefere şehadet rütbesini veriyor. Ve kurban olarak kesilen bir koyuna, Âhirette cismânî bir vücud-u bâki vererek Sırat üstünde, sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor. Öyle de, sâir zîruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbâniyelerinde ve evâmir-i Sübhâniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre, bir çeşit mükâfat-ı ruhâniye ve onların istidatlarına göre bir nevi ücret-i mânevîye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd değil ki bulunmasın. Dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar.