Beşincisi: Kur’ân’ı dinleyen insana, Kur’ândaki ilm-i hakikatı ve nur-u hakikatle dünyanın mahiyetini bildirmekliği ile dünyaya aşk ve alâka pek mânasız olduğunu anlatmaktır. Yâni, insana der ve isbat eder ki: “Dünya, bir kitab-ı Samedânîdir. Hurûf ve kelimâtı, nefislerine değil; belki, başkasının zât ve sıfât ve esmâsına delâlet ediyorlar. Öyle ise mânasını bil, al, nukuşunu bırak, git...
Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; müzahrefatını at, ehemmiyet verme...
Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmu asıdır. Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envârını gör. Ve onlarda tezahür eden esmânın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.
Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alış verişini yap, gel. Ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.
Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise, nazar-ı ibretle bak ve zâhirî çirkin yüzüne değil; belki, Cemîl-i Bâkîye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve fâideli bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasiyle akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme...
Hem bir misafirhânedir. Öyle ise, onu yapan Mihman-dâr-ı Kerîm’in izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dai resinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık git. Herzekârane Fuzulî bir surette karışma.