Îman ve Küfür | Yirmidördüncü Söz | 125
(123-132)

Demek, şu muhabbet, doğrudan doğruya kâinata sarfedilmemek gerektir. Yoksa, muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nıkmet olur.

Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis! Sen, muhabbetini kendi nefsine sarfediyorsun. Sen, kendi nefsini kendine mâbud ve mahbub yapıyorsun. Herşeyi nefsine fedâ ediyorsun. Adeta bir nevi Rubûbiyet veriyorsun. Halbuki, muhabbetin sebebi; ya kemaldir, zira kemâl zâtında sevilir, yahut menfaattir, yahut lezzettir, veyahut hayriyettir; ya bunlar gibi bir sebeb tahtında muhabbet edilir. Şimdi ey nefis! Bir kaç Söz’de kat’î isbat etmişiz ki: Asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki, zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet îtibariyle sen, onlarla Fâtır-ı Zülcelâl’in kemâl, Cemâl, Kudret ve Rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Demek ey nefis! Nefsine muhabbet değil, belki adâvet etmelisin veyahut acımalısın veyahut mutmainne olduktan sonra şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen; çünki senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir, sen de, lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun. O zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-ı nefsiyeyi, nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma. Çünki: O, bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem’acık ile iktifa eder. Zira, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intifa ettiğin ve saadetleriyle mes’ut olduğun bütün kâinatın menfaatleri, ni’metleri, iltifatına tâbi bir Mahbûb-u Ezelî’yi sevmekliğin lâzımdır. Tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın. Hem Kemâl-i Mutlakın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.

Ses Yok