Eğer desen: “Şu küllî hadsiz ni’metlere karşı nasıl şu mahdud ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?”
Elcevab: Küllî bir niyetle, hadsiz bir îtikad ile... Meselâ: Nasılki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile, bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım.” Birden der: “Ey seyyidim! Bütün şu kıymetdar hediyeleri kendi nâmıma sana takdim ediyorum. Çünki: Sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.” İşte hiç ihtiyacı olmıyan ve raiyetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabûl eden o padişah, o bîçârenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek îtikad liyakatını, en büyük bir hediye gibi kabûl eder. Aynen öyle de: Âciz bir abd, namazında “Ettahiyyâtü lillâh” der. Yani: Bütün mahlukatın hayatlarıyla sana takdim ettikleri hediye-i ubûdiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyet ve îtikad, pek geniş bir şükrü küllîdir. Nebatatın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir.
Hem meselâ: Kavun, kalbinde, nüveler suretinde bin niyet eder ki: “Ya Hâlıkım! Senin esmâ-i hüsnânın nakışlarını yerin bir çok yerlerinde ilân etmek isterim.” Ce nâb-ı Hak gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibâdet gibi kabûl eder. “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.” Şu sırra işaret eder. Hem: