Îman ve Küfür | Yirmidördüncü Söz | 126
(123-132)

Zâten sana, sende senin nefsine olan şedit muhabbetin, O’nun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sû-i istimal edip kendi zâtına sarfediyorsun. Öyle ise nefsindeki eneyi yırt, hüveyi göster. Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, O’nun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir. Sen sû’-i istimal etmişsin. Cezasını da çekiyorsun. Çünki: Yerinde sarfolunmayan bir muhabbet-i gayr-i meşrûanın cezası, merhametsiz bir musîbettir. RahmânürRahîm ismiyle, hurilerle müzeyyen Cennet gibi senin bütün arzularına câmi’ bir meskeni, senin cismanî hevesatına ihzar eden ve sair esmâsiyle senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sair letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsanatını o cennet’te sana müheyya eden ve herbir isminde mânevî çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelî’nin, elbette bir zerre muhabbeti, kâinata bedel olabilir. Kâinat O’nun bir cüz’î tecelli-i muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise o Mahbub-u Ezelî’nin kendi Habibine söylettirdiği şu fermân-ı ezelîyi dinle, ittiba et:

İKİNCİ MEYVE: Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâ-fat-ı lâhika değil, belki netice-i ni’met-i sâbıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubûdiyetle muvazzafız. Çünki: Ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlik-ı Zülcelâl, sana iştihalı bir mîde verdiğinden Rezzak ismiyle bütün mat’umatı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur. Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mîde gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-i ni’meti, o ellerin önüne koymuştur.

Ses Yok