Îman ve Küfür | Otuzuncu Söz | 152
(149-165)

Vâcibül Vücûd’un mutlak ve muhit ve hududsuz sıfâtını bildiren bir mîzandır.

İşte mahiyetini şu tarzda bilen ve iz’an eden ve ona göre hareket eden beşaretinde dahil olur. Emaneti bihakkın edâ eder. Ve o enenin dürbüniyle, kâinat ne olduğunu ve ne vazife gördüğünü, görür. Ve âfâkî mâlûmat nefse geldiği vakit, ene’de bir musaddık görür. O ulûm, nur ve hikmet olarak kalır. Zulmet ve abesiyete inkılâb etmez. Vaktâ ki ene, vazifesini şu suretle ifa etti; vâhid-i kıyâsî olan mevhum rubûbiyetini ve farazî mâlikiyetini terkeder.

der. Hakikî ubûdiyetini takınır. Makam-ı “ahsen-i takvim”e çıkar.

Eğer o ene, hikmet-i hilkatini unutup, vazife-i fıtriyesini terkederek kendine mânayı ismiyle baksa, kendini mâlik îtikad etse; o vakit emanete hıyanet eder.

altında dâhil olur. İşte bütün şirkleri ve şerleri ve dalâletleri tevlid eden enaniyetin şu cihetindendir ki; semâvat ve arz ve cibal, tedehhüş etmişler; farazî bir şirkten korkmuşlar. Evet, ene ince bir elif, bir tel, farazî bir hat iken, mahiyeti bilinmezse, tesettür toprağı altında neşv ü nema bulur, gittikçe kalınlaşır. Vücûd-u insanın her tarafına yayılır. Koca bir ejderha gibi, vücûd-u insanı bel’ eder. Bütün insan, bütün letâifiy le âdeta ene olur.

Ses Yok