Îman ve Küfür | Onyedinci Lema | 188
(180-189)

Yâni: “Ben malikimin hizme tindeyim. Ey musibet! Eğer onun izin ve rızasiyle geldin ise, merhaba, safâ geldin! Çünki: Elbette bir vakit O’na döneceğiz ve O’nun huzuruna gideceğiz ve O’na müştâkız. Madem herhalde bir zaman bizi hayatın tekâlifinden azad edecektir. Haydi ey musibet! O terhis ve o âzâd etmek, senin elinle olsun, râzıyım. Eğer benim emanet muhafazasında ve vazifeperverliğimi tecrübe suretinde sana emir ve irade etmiş, fakat sana teslim olmaklığıma izin ve rızası olmazsa; benim takatım yettikçe, emîn olmayana Mâlikimin emanetini teslim etmem!” der.

İşte binden bir nümûne olarak, dehâyı felsefînin ve hüdâyı Kur’ânînin verdikleri derslerin derecelerine bak.

Evet iki tarafın hakikat-ı hali, sabıkan beyan edilen tarz ile gidiyor. Fakat hidâyet ve dalâlette insanların dereceleri mütefavittir. Gafletin mertebeleri muhteliftir. Herkes her mertebede bu hakikatı tamamıyla hissedemez. Çünki gaflet, hissi ibtal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede ibtal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar. Fakat hassasiyet-i ilmiyenin tezâyüdüyle ve her günde otuz bin cenazeyi gösteren mevtin îkazatiyle o gaflet perdesi parçalanıyor.

Ecnebilerin tâğutlarıyla ve fünun-u tabiiyeleriyle dalâlete gidenlere ve onları körü körüne taklid edip ittiba edenlere binler nefrin ve teessüfler!

Ey bu vatan gençleri! Firenkleri taklide çalışmayınız!.. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz?

Ses Yok