Îman ve Küfür | Onyedinci Lema | 187
(180-189)

Ellerinde silsile-i zerratı, katarat adedlerini, mahlûkatın aded-i enfâsını tutmuşlar, onunla evradlarını okuyorlar. Cenâb-ı Hakk’ı zikir ve tesbih ediyorlar.

İşte Kur’ân-ı Mu’cizül Beyan’ın mu’cizane terbiyesine bak ki: Nasıl edna bir kederle ve küçük bir gam ile başı dönüp sersemleşen ve küçük bir mikroba mağlûb olan bu küçük insan, terbiye-i Kur’ân ile ne kadar teâli ediyor. Ve ne derece letâifi inbisat eder ki: Koca dünya mevcudatını, virdine tesbih olmakta kısa görüyor... Ve Cenneti zikir ve virdine gaye olmakta az gördüğü halde, kendi nefsini Cenâb-ı Hakk’ın edna bir mahlûkunun üstünde büyük tutmuyor. Nihayet izzet içinde, nihayet tevâzuu cem’ediyor. Felsefe şâkirdlerinin buna nisbeten ne derece pest ve aşağı olduğunu kıyas edebilirsin.

İşte felsefe-i sakîme-i Avrupaiyeden yekçeşm olan dehâsının yanlış gördüğü hakikatları; iki cihana bakan, gaybâşina parlak iki gözü ile iki âleme nazar eden, beşer için iki saadete iki eliyle işaret eden hüdayı Kur’ânî der ki: “Ey insan! Senin elinde bulunan nefis ve malın senin mülkün değil, belki sana emanettir. O emanetin mâliki, herşeye kadîr, herşeyi bilir bir Rahîm-i Kerim’dir. O senin yanındaki mülkünü senden satın almak istiyor. Tâ senin için muhafaza etsin, zâyi olmasın. İleride mühim bir fiat sana verecek. Sen muvazzaf ve me’mur bir askersin. Onun namiyle çalış ve hesabiyle amel et. Odur ki, muhtaç olduğun şeyleri sana rızk olarak gönderiyor ve senin takatin yetmediği şeylerden seni muhafaza eder. Senin şu hayatının gayesi, neticesi; o Mâlikin esmâsına ve şuûnatına bir mazhariyettir. Sana bir musibet geldiği vakit, de:

Ses Yok