âyeti tasvir ettiği gibi; bir zulümat, bir vahşet, bir dehşet karanlığı içinde bana görünüyordu. Birden bir ism-i İlâhînin cilvesi, bir nûr-u azîm gibi görünüp ışıklandırıyordu... Hangi perde akla karşı açılmışsa, hayâle karşı başka bir âlem; fakat gafletle karanlıklı bir âlem görünüyorken, güneş gibi bir ism-i İlahî tecelli eder, baştan başa o âlemi tenvir eder ve hâkeza... Bu seyr-i kalbî ve seyahat-ı hayâliye çok devam etti. Ezcümle:
Hayvanat âlemini gördüğüm vakit, hadsiz ihtiyacat ve şiddetli açlıklarıyla beraber zaaf ve aczleri, o âlemi bana çok karanlıklı ve hazîn gösterdi. Birden Rahman ismi, Rezzâk burcunda yani mânasında, bir şems-i tâban gibi tulû’ etti, o âlemi baştanbaşa rahmet ziyasıyla yaldızladı.
Sonra o âlem-i hayvanat içinde, etfâl ve yavruların zaaf ve acz ve ihtiyaç içinde çırpındıkları, hazin ve herkesi rikkate getirecek bir karanlık içinde diğer bir âlemi gördüm. Birden Rahîm ismi şefkat burcunda tulû’ etti, o kadar güzel ve şirin bir sûrette o âlemi ışıklandırdı ki; şekva ve rikkat ve hüzünden gelen yaş damlalarını, ferah ve sürura ve şükrün lezzetinden gelen damlalara çevirdi.
Sonra sinema perdesi gibi bir perde daha açıldı; âlem-i insanî bana göründü. O âlemi o kadar karanlıklı, o kadar zulümatlı, dehşetli gördüm ki; dehşetimden feryad ettim, “Eyvah!” dedim. Çünki gördüm ki: İnsanlardaki ebede uzanıp giden arzuları, emelleri ve kâinatı ihata eden tasavvurat ve efkârları ve ebedî beka ve saâdet-i ebediyeyi,