Îman ve Küfür | Yirmidokuzuncu Mektub | 206
(204-208)

Ve cenneti gayet ciddî isteyen himmetleri ve istidadları ve hadsiz makasıda ve metâlibe müteveccih fakr u ihtiyacatları ve za’f u acziyle beraber, hücuma mâruz kaldıkları hadsiz musîbet ve a’dâlarıyla beraber; gayet kısa bir ömür, gayet dağdağalı bir hayat, gayet perîşan bir maişet içinde, kalbe en elîm ve en müdhiş halet olan mütemadî zeval ve firak belâsı içinde, ehl-i gaflet için zulümat-ı ebedî kapısı sûretinde görülen kabre ve mezaristana bakıyorlar, birer birer ve taife taife o zulümat kuyusuna atılıyorlar.

İşte bu âlemi bu zulümat içinde gördüğüm anda, kalb ve ruh ve aklımla beraber bütün letâif-i insaniyyem, belki bütün zerrat-ı vücudum feryad ile ağlamaya hazır iken, birden Ce-nab-ı Hakk’ın Âdil ismi Hakîm burcunda, Rahman ismi Kerîm burcunda, Rahîm ismi Gafûr burcunda (yani ma’nasında), Bâis ismi Vâris burcunda, Muhyî ismi Muhsin burcunda, Rab ismi Mâlik burcunda tulû’ ettiler. O âlem-i insanî içindeki çok âlemleri tenvir ettiler, ışıklandırdılar ve nuranî âhiret âleminden pencereler açıp, o karanlıklı insan dünyasına nurlar serptiler.

Sonra muazzam bir perde daha açıldı; âlem-i Arz göründü. Felsefenin karanlıklı kavanin-i ilmiyeleri, hayâle dehşetli bir âlem gösterdi. Yetmiş def’a top güllesinden daha sür’atli bir hareketle, yirmi beş bin sene mesafeyi bir senede devreden ve her vakit dağılmağa ve parçalanmağa müstaid ve içi zelzeleli, ihtiyar ve çok yaşlı Küre-i Arz içinde, âlemin hadsiz fezasında seyahat eden bîçâre nev’-i insan vaziyeti, bana vahşetli bir karanlık içinde göründü. Başım döndü, gözüm karardı. Birden Hâlık-ı Arz ve Semavatın; Kadîr, Alîm, Rab, Allah ve Rabbüs Semavati VelArz ve MusahhirüşŞemsi VelKamer isimleri; rahmet, Azamet, rubûbiyet burcunda tulû’ ettiler. O âlemi öyle nurlandırdılar ki;

Ses Yok