Îman ve Küfür | Yirmidokuzuncu Mektub | 207
(204-208)

O hâlette bana Küre-i Arz; gayet muntazam, musahhar, mükemmel, hoş, emniyetli bir seyahat gemisi... tenezzüh ve keyf ve ticaret için müheyya edilmiş bir şekilde gördüm.

Elhâsıl: Bin bir ism-i İlâhînin, kâinata müteveccih olan o Esmâdan herbiri bir âlemi ve o âlem içindeki âlemleri tenvir eden bir Güneş hükmünde ve sırr-ı Ehadiyet cihetiyle, herbir ismin cilvesi içinde, sâir isimlerin cilveleri dahi bir derece görünüyordu. Sonra kalb, her zulümat arkasında ayrı ayrı bir nûru gördüğü için, seyahate iştihası açılıyordu. Hayâle binip, semâya çıkmak istedi. O vakit, gayet geniş bir perde daha açıldı. Kalb, semâvat âlemine girdi. Gördü ki: O nûranî tebessüm eden sûretinde görülen yıldızlar, Küre-i Arz’dan daha büyük ve ondan daha sür’atli bir sûrette birbiri içinde geziyorlar, dönüyorlar. Bir dakika birisi yolunu şaşırtsa, başkasıyla müsademe edecek, öyle bir patlak verecek ki, kâinatın ödü patlayıp âlemi dağıtacak. Nur değil, ateş saçarlar; tebessümle değil, vahşetle bana baktılar. Hadsiz büyük, geniş hâlî, boş, dehşet, hayret zulümatı içinde semâvatı gördüm. Geldiğime bin pişman oldum.

Birden

un esmâ-i hüsnâsı,

burcunda cilveleriyle zuhur ettiler. O mâna cihetiyle, karanlık üstüne çökmüş olan yıldızlar, o envar-ı azîmeden birer lem’a alıp, yıldızlar adedince elektrik lâmbaları yakılmış gibi, o âlem-i semâvat nurlandı. O boş ve hâlî teveh hüm edilen semâvat dahi; melâikelerle, ruhanîlerle dol du, şenlendi. Sultan-ı Ezel ve Ebed’in hadsiz ordularından bir ordu hükmünde hareket eden güneşler ve yıldızlar,

Ses Yok