Siracınnûr | Dördüncü Şua | 95
(90-107)

Elimden gelseydi bi’l-fiil ve gelmediği için bi’n-niyet, bi’t-tasavvur, bi’l-hayal bütün mahlûkat dilleriyle “Hasbünallahu ve ni’melvekil” dedim ve ebedü’l-abidin dâima tekrar etmek istiyorum.

DÖRDÜNCÜ MERTEBE-İ NÛRİYE-İ HASBİYE: Bir vakit ihtiyarlık, gurbet, hastalık, mağlûbiyet gibi vücûdumu sarsan ârızalar bir gaflet zamanıma rast gelip şiddetli alâkadar ve meftun olduğum vücûdum, belki mahlûkatın vücûdları ademe gidiyor diye elîm bir endişe verirken yine Âyet-i Hasbiyeye mürâcaat ettim. dedi: “Ma’nama dikkat et ve îman dürbiniyle bak!” Ben de baktım ve îman gözüyle gördüm ki; bu zerrecik vücûdum hadsiz bir vücûdun âyinesi ve nihayetsiz bir inbisat ile hadsiz vücûdları kazanmasına bir vesile ve kendinden daha kıymetdar bâkî, müteaddid vücûdları meyve veren bir kelime-i hikmet hükmünde bulunduğunu ve mensubiyet cihetiyle bir an yaşaması ebedî bir vücûd kadar kıymettar olduğunu ilme’l-yakin ile bildim. Çünkü, şuur-u îman ile bu vücûdum Vâcibü’l-Vücûd’un eseri ve san’atı ve cilvesi olduğunu anlamakla, vâhşî evhamın hadsiz karanlıklarından ve hadsiz müfârakat ve firakların elemlerinden kurtulup mevcûdâta, husûsan zîhayatlara taallûk eden ef’alde, esmâ-i İlahiyye adedince uhuvvet rabıtalarıyle münasebet peyda ettiğim bütün sevdiğim mevcûdâta muvakkat bir firak içinde dâimî bir visâl var olduğunu bildim.

Ma’lûmdur ki, karyeleri ve şehirleri ve memleketleri veya taburları ve kumandanları ve üstadları gibi rabıtaları bir olan adamlar sevimli bir uhuvvet ve dostane bir arkadaşlık hissederler. Ve bu gibi rabıtalardan mahrum olanlar dâimî, elîm karanlıklar içinde azab çekiyorlar.

Hem bir ağacın meyveleri, şuurları olsa, birbirinin kardeşi ve birbirinin bedeli ve musâhibi ve nâzırı olduklarını hissederler. Eğer ağaç olmazsa veya ondan koparılsa, her biri o meyveler adedince firakları hissedecek.

İşte îman ile, îmandaki intisâb ile, her mü’min gibi, bu vücûdum dahi hadsiz vücûdların firaksız envarını kazanır; kendisi gitse de, onlar arkada kaldığından kendisi kalmış gibi memnun olur. Bununla beraber Yirmi Dördüncü Mektup’ta tafsilen kat’i isbat edildiği gibi her zîhayatın, husûsan zîruhun vücûdu bir kelime gibidir. Söylenir ve yazılır, sonra kaybolur. Fakat kendi vücûduna bedel ikinci derecede vücûdları sayılan hem ma’nası, hem hüviyet-i misâliyesi ve sûreti, hem neticeleri, hem mübârek ise sevabı, hem hakîkatı gibi çok vücûdlarını bırakır,

Ses Yok