Siracınnûr | Onüçüncü Lema | 114
(108-130)

İlm-i usûl-i dinde kavâid-i mukarreredendir ki:

Meselâ: Barla Denizi su olarak yerinde bulunduğuna yakînimiz var. Halbuki zâtında mümkündür ki: O deniz, bu dakikada batmış olsun. Ve batması mümkinattandır. Bu imkân-ı zâtî, mâdem bir emâreden neş’et etmiyor, zihnî bir imkân olamaz ki, şek olsun. Çünkü: Yine ilm-i usul-i dinde bir kaide-i mukarreredir ki:

Yâni: “Bir emâreden gelmeyen bir ihtimal-i zâtî ise, bir imkân-ı zihnî olmaz ki, şübhe verip, ehemmiyeti olsun.” İşte bu desîse-i şeytaniyeye ma’rûz olan biçâre adam, hakâik-ı îmaniyeye yakînini, böyle zâtî imkânlar ile kaybediyor zanneder. Meselâ: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında beşeriyet i’tibâriyle çok imkân-ı zâtiyye hatırına geliyor ki, îmanın cezm ve yakînine zarar vermez. Fakat o, zarar verdi zanneder, zarara düşer.

Hem ba’zan şeytan, kalb üstündeki lümmesi cihetinde Cenâb-ı Hak hakkında fenâ sözler söyler. O adam zanneder ki; onun kalbi bozulmuş ki, böyle söylüyor. Titriyor. Halbuki onun titremesi ve korkması ve ademi rızası delildir ki: O sözler, kalbinden gelmiyor, belki lümme-i şeytaniyeden geliyor veya şeytan tarafından ihtar ve tahayyül ediliyor.

Hem insanın letâifi içinde teşhis edemediğim bir iki latife var ki, ihtiyar ve irâdeyi dinlemezler; belki de mes’uliyet altına da giremezler. Ba’zan o latifeler hükmediyorlar, hakkı dinlemiyorlar, yanlış şeylere giriyorlar. O vakit şeytan o adama telkin eder ki: “Senin isti’dâdın hakka ve îmana muvafık değil ki, böyle ihtiyarsız bâtıl şeylere giriyorsun. Demek senin kaderin, seni şekavete mahkûm etmiştir.” O biçâre adam, ye’se düşüp, helâkete gider...

İşte şeytanın evvelki desîselerine karşı mü’minin tahassungâhı: Muhakkikîn-i Asfiyanın düstûrlariyle hudutları taayyün eden hakâik-i îmaniye ve muhkematı Kur’âniyedir. Ve âhirdeki desîselerine karşı: İstiaze ile, ehemmiyet vermemektir. Çünkü: Ehemmiyet verdikçe, nazar-ı dikkati celbettirip büyür, şişer. Mü’minin böyle ma’nevî yaralarına tiryak ve merhem: Sünnet-i Seniyyedir.

Ses Yok