Sonra birden sâbık işâretlerde îzah ve isbat edilen hakîkat inkişaf etti. O vakit o hakîkatla hem Kur’ân-ı Hakîmin tam mutabık-ı muktezâyı hal ve yerinde ve israfsız ve hikmetli ve ittihamsız bir sûrette israr ve tekraratı yaptığını ve ayn-ı hikmet ve mahz-ı belâğat olduğunu bildim. Ve o sâdık arkadaşlarımın gücenmediklerinin sırrını anladım. O hakîkatın hülâsası şudur ki:
Şeytanlar tahribat cihetinde sevkettikleri için, az bir amel ile çok şerleri yaparlar. Onun için tarîk-ı hakta ve hidâyette gidenler, pek çok ihtiyat ve şiddetli sakınmıya ve mükerrer ihtârâta ve kesretli muavenete muhtac olduklarındandır ki, Cenâb-ı Hak o tekrârât cihetinde bin bir ismi ile ehl-i îmana muavenetini takdim ediyor ve binler merhamet ellerini imdadına uzatıyor. Şerefini kırmıyor, belki vikaye ediyor. İnsanın kıymetini küçük düşürtmüyor, belki şeytanın şerrini büyük gösteriyor.
İşte ey ehl-i hak ve ehl-i hidâyet! Şeytan-ı ins ve cinnînin mezkûr desîselerinden kurtulmak çâresi: Ehl-i Sünnet ve Cemâat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın muhkemat kal’asına gir ve Sünnet-i Seniyyeyi rehber yap, selâmeti bul!..
SEKİZİNCİ İŞÂRET: Sual: Sâbık işâretlerde isbat ettiniz ki: Dalâlet yolu, kolay ve tahrip ve tecavüz olduğu için, çoklar o yola sülûk ediyorlar. Halbuki sâir Risâlelerde kat’i deliller ile isbat etmişsiniz ki: Küfür ve dalâlet yolu o kadar müşkilâtlı ve suûbetlidir ki, hiç kimse ona girmemek gerekti ve kabil-i sülûk değil. Ve îman ve hidâyet yolu o kadar kolay ve zâhirdir ki, herkes ona girmeli idi.
ELCEVAB: Küfür ve dalâlet iki kısımdır. Bir kısmı amelî ve fer’î olmakla beraber, îman hükümlerini nefyetmek ve inkâr etmektir ki, bu tarz dalâlet kolaydır. Hakkı kabul etmemektir, bir terktir, bir ademdir bir adem-i kabuldür.
İşte bu kısımdır ki, Risâlelerde kolay gösterilmiş. İkinci kısım ise, amelî ve fer’î olmayıp, belki i’tikâdî ve fikrî bir hükümdür. Yalnız îmanın nefyini değil, belki îmanın zıddına gidip bir yol açmaktır. Bu ise, bâtılı kabuldür, hakkın aksini isbattır. Bu kısım, îmanın yalnız nefyi ve nakîzı değil, îmanın zıddıdır. Adem-i kabul değil ki kolay olsun. Belki kabulü ademdir. Ve o ademi isbat etmekle kabul edilebilir.