Siracınnûr | Otuzüçüncü Söz | 153
(131-171)
YİRMİ İKİNCİ PENCERE

Küre-i arz, bir kafadır ki; yüz bin ağzı vardır. Herbir ağzında, yüz bin lîsanı vardır. Her lîsanında, yüz bin bürhanı var ki; herbiri çok cihetle Vâcibü’l-Vücûd Vâhid-i Ehad, herşeye kadîr, herşeye alîm bir Zâtı Zülcelâlin vücûb-u vücûduna ve vahdetine ve evsâf-ı kudsiyyesine ve Esmâ-i Hüsnâsına şehâdet ederler.

Evet, arzın evveli hilkatına bakıyoruz ki: Mâyi haline gelen bir madde-i seyyâleden taş: ve taştan toprak halkedilmiş. Mâyi kalsaydı, kabil-i süknâ olmazdı. O mâyi taş olduktan sonra, demir gibi sert olsa idi kabil-i istifade olmazdı. Elbette buna bu vaziyeti veren, yerin sekenelerinin hâcetlerini gören bir Sâni-i Hakîmin hikmetidir.

Sonra tabaka-i turâbiyye, dağlar direği üzerine atılmış, tâ içindeki dahilî inkılâblardan gelen zelzeleler, dağlarla teneffüs edip, zemîni hareketinden ve vazifesinden şaşırtmasın. Hem denizin istilâsından toprağı kurtarsın. Hem zîhayatların levâzımât-ı hayatiyyesine birer hazine olsun. Hem havayı tarasın, gazât-ı muzırradan tasfiye etsin, tâ teneffüse kabil olsun. Hem suları biriktirip iddihar etsin. Hem zîhayata lâzım olan sâir madenlere menşe’ ve medâr olsun.

İşte bu vaziyet bir Kadîr-i Mutlak ve bir Hakîm-i Rahîmin vücûb-u vücûduna ve vahdetine gâyet kat’i ve kuvvetli şehâdet eder.

Ey coğrafyacı efendi! Bunu ne ile îzah edersin? Hangi tesadüf şu acâib-i masnûat ile dolu sefine-i Rabbânîyyeyi bir meşher-i acâib yaparak yirmi dört bin sene bir mesafede, bir senede sür’atle çevirip, onun yüzünde dizilmiş eşyadan hiçbir şey düşürmesin.

Hem zemînin yüzündeki acîb san’atlara bak. Anâsırlar, ne derece hikmetle tavzif edilmişler. Bir Kadîr-i Hakîmin emriyle zemîn yüzündeki Rahman misafirlerine nasıl güzel bakıyorlar. Hizmetlerine koşuyorlar.

Ses Yok