Ve insandan her günde otuz bin adama isabet eden ölümü, mevt ve eceli bir terhis ma’nasından çıkarıp i’dam-ı ebedî sûretine çevirmiş. Kapısı kapanmayan kabir, dâima i’damını o münkire ihtar etmekle, lezzetli hayatını elîm elemlerle zehirliyor.
İşte, îman ne kadar büyük bir ni’met ve hayatın hayatı olduğunu anla!..
İkinci Mes’ele: Bir fennin veya bir san’atın medâr-ı münakaşa olmuş bir mes’elesinde, o fennin ve o san’atın haricindeki adamlar ne kadar büyük ve âlim ve san’atkâr da olsalar, sözleri onda geçmez, hükümleri hüccet olmaz; o fennin icmâ-ı ulemasına dâhil sayılmazlar.
Meselâ; büyük bir mühendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabib kadar hükmü geçmez. Ve bilhassa maddiyatta çok tevaggul eden ve gittikçe ma’nevîyattan tebâüd eden ve nura karşı gabileşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir feylesofun münkirane sözü, ma’nevîyatta nazara alınmaz ve kıymetsizdir.
Acaba yerde iken Arş-ı A’zamı temaşâ eden, hârika bir dehâ-yı kudsî sâhibi olan ve doksan sene ma’nevîyatta terakki edip çalışan ve hakâik-i îmaniyeyi ilmelyakîn, aynelyakîn hatta hakkalyakîn sûretinde keşfeden Şeyh-i Geylanî (K.S.) gibi yüz binler ehl-i hakîkatın ittifak ettikleri tevhidî ve kudsî ve ma’nevî mes’elelerde, maddiyatın en dağınık ve kesretin en cüz’î teferruatına dalan ve sersemleşen ve boğulan feylesofların sözleri kaç para eder ve inkârları ve itirazları, gök gürültüsüne karşı sivrisineğin sesi gibi sönük olmaz mı?
Hakâik-i İslâmiyeye zıddiyet gösterip mübareze eden küfrün mâhiyeti bir inkârdır, bir cehildir, bir nefiydir. Sûreten isbat ve vücûdî görülse de ma’nası ademdir, nefiydir. Îman ise ilimdir, vücûdîdir, isbattır, hükümdür. Her bir menfî mes’elesi dahi, bir müsbet hakîkatın ünvanı ve perdesidir. Eğer îmana karşı mübareze eden ehl-i küfür, gâyet müşkilât ile menfî itikadlarını kabul-ü adem ve tasdik-i adem sûretinde isbat ve kabul etmeğe çalışsalar; o küfür, bir cihette yanlış bir ilim ve hata bir hüküm sayılabilir.