Aziz, sıddık kardeşlerim!
Ben hem kendimi, hem sizi, hem Risâle-i Nur’u ta’ziye ve merhum Hâfız Ali’yi ve Denizli Mezaristanını tebrik ediyorum. “Meyve Risâlesi”nin hakîkatını ilmelyakîn ile bilen bu kahraman kardeşimiz, aynelyakîn ve hakkalyakîn makamına çıkmak için, kabre cesedini bırakıp melekler gibi yıldızlarda, âlem-i ervahta seyahata gitti ve tam vazifesini yapıp terhisle istirahata çekildi. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, Risâle-i Nur’un bütün yazılan ve okunan harfleri adedince defter-i a’maline hasenât yazdırsın. Âmin! Ve onların sayısınca onun ruhuna rahmetler yağdırsın, âmin! Ve kabrinde Kur’ânı, Risâle-i Nur’u ona şirin ve enîs arkadaş eylesin, âmin! Ve Nur fabrikasına onun yerine on kahramanı ihsân edip çalıştırsın, âmîn! âmîn! âmîn! Siz dahi benim gibi duâlarınızda onu yâdediniz. Bin lîsan onun lîsanı yerine isti’mal edip, o kaybettiği bir hayat ve bir dil yerinde ma’nevî bin hayat kazandı diye rahmet-i İlâhîyeden ümidvârız.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Cenâb-ı Erhamürrâhimîn’e hadsiz şükür olsun ki; bu acib zamanda ve garib yerde, talebe-i ulûmun kıymetli şerefini ve ehemmiyetli hizmetlerini kazanmayı sizler vâsıtasiyle bizlere de müyesser eyledi. Ehl-i keşf-el kuburun müşâhedesiyle müteaddid vâkıâtla, tahsil-i ulûm anında vefat eden ba’zı müştak ve ciddî bir talebe-i ulûm, şehidler gibi kendini hayatta ve kendi dersiyle meşgul görüyor. Hatta meşhur bir ehl-i keşf-el kubur, vefat eden ve ilm-i Sarf ve Nahiv okuyan bir talebenin kabrinde, Münker, Nekir’e nasıl cevab verecek diye murâkabe etmiş ve müşâhede edip işitmiş ki: Melek-i sual, ondan sordu: