“Senin rabbin kimdir?” dediği zaman, o Nahv dersiyle iştigal ederken vefat eden talebe, o meleğin cevabında demiş: mübtedadır, onun haberidir.” Nahiv ilmince cevab vermiş, kendini medresede zannetmiş. İşte bu vakıaya muvâfık olarak ben, merhum Hâfız Ali’yi aynen hayattaki gibi Risâle-i Nur’la meşgul olarak en yüksek bir ilimde çalışan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam şehidler mertebesinde ve tarz-ı hayatlarında biliyorum ve o kanâat ile ona ve onun gibi Mehmed Zühdü’ye ve Hâfız Mehmed’e ba’zı duâlarımda derim: Ya Rabbî! Bunları kıyâmete kadar Risâle-i Nur kisvesinde hakâik-ı îmaniye ve esrâr-ı Kur’âniye ile kemâl-i ferah ve sevinçle meşgul eyle. Âmîn! İnşâallah.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Ben merhum Hâfız Ali’yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok sarsıyor. Eski zamanlarda ba’zan böyle fedâkâr zâtlar, kendi dostu yerine ölüyorlardı.. zannederim, o merhum benim yerimde gitti. Onun fevkalâde hizmetini eğer sizler gibi o sistemde zâtlar yapmasa idi; Kur’ân’a, İslâmiyete büyük bir zâyiat olurdu. Ben, onun varisleri olan sizleri tahattur ettikçe, o acı gidiyor; bir inşirah geliyor. Medâr-ı hayrettir ki; ben, şimdi onun ma’nevî, belki maddî hayâtıyla âlem-i berzaha gitmesi cihetiyle, o âleme gitmek için bende bir iştiyak zuhur etti ve ruhuma başka bir perde açıldı. Nasılki buradan Isparta’daki kardeşlerimize selâm gönderip muârefe, muhabere ile sohbet ediyoruz; aynen öyle de: Hâfız Ali’nin tavattun ettiği âlem-i berzah; nazarımda Isparta, Kastamonu gibi olmuş. Hatta bu gece, mesmûâtıma göre, buradan birisi oraya gönderilmiş. On def’adan ziyâde teessüf ettim. Ne için Hâfız Ali’ye onunla selâm göndermedim.