Şualar | OnÜçüncü Şuâ | 376
(323-383)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!


âyeti, hem Risâle-i Nur’a, hem kelimesiyle üç kuvvetli emâre ve münâsebetler ile Risâle-i Nur’un bu biçâre şâkirdlerine işâreti “Birinci Şuâ”da îzah edilmiş. Şimdi bu hâdisede, o emârelerden birisi tam hükmediyor. Çünkü bize zulmedenler, ellerinde hayat ve medeniyeti ve lezzeti tutup, bizi o tarz-ı hayata ehemmiyet vermemekle ittiham edip, mes’ul ederler, hatta i’dâm ve ağır ceza ile hapse sokmak isterler. Fakat kanunca sebeb bulamıyorlar. Biz dahi elimizde hayât-ı bâkiyenin mukaddemesi ve perdesi olan mevti ve ölümü tutup onların başlarına vurup intibaha getirmek ve onların hakîki mes’uliyet ve mahkumiyetten ve i’dâm-ı ebedî ve dâimî haps-i münferidden kurtulmalarına bütün kuvvetimizle çalışıyoruz. Hatta Ankara’ya giden şiddetli risâleler sebebiyle en ağır ceza nefsime verilse, fakat ceza verenler o risâleler ile ölümün i’dâmından kurtulsalar; hem kalbim, hem nefsim razı olurlar.

Demek, biz onların iki cihanda yaşamalarını istiyoruz, arıyoruz. Onlar bizim ölmemizi istiyorlar, bahâneler arıyorlar. Fakat Güneş gibi zâhir ve göz ile görünür gündüz gibi bir hakîkat-ı mevtiye ve her gün insanlarda otuz bin cenaze, ehl-i dalâlet hakkında otuz bin i’dâm-ı ebedî, otuz bin haps-i münferid fermanlarını, i’lamnamelerini gösterdiklerinden, biz onlara karşı mağlûb değiliz. Ne yaparlarsa yapsınlar.


âyeti, on iki seneden beri en acınacak mağlubiyetimiz zamanında dahi, cifir ve ebced hesabiyle galibiyetimize aynı tarihiyle müjde ediyor. Mâdem hakîkat budur; biz şimdiden sonra hem mahkemeye, hem halka diyeceğiz ki:

Ses Yok