Şualar | OnDördüncü Şuâ | 394
(384-508)
BAŞTA MÜDÜR OLARAK HAPSİN HEY’ET-İ İDARESİNE SÛRETEN EHEMMİYETSİZ, FAKAT BENCE ÇOK EHEMMİYETLİ BİR MA’RÛZATIM VAR.

Yirmi iki sene tecrid-i mutlak içinde geçen hayatım ve yetmiş beş yaşında vücûdumun aşılara tahammülü yoktur. Hatta çok zaman evvel beni aşıladılar, yirmi sene onun eseri olarak cerahat yapıyordu. Müzmin bir zehir hükmüne geçti. Emirdağı’nda iki doktor ve arkadaşlarım bunu biliyorlar. Hem dört sene evvel, Denizli’de beni de umum mahkûmlar içinde aşıladılar. Hiçbirisine zarar olmadığı halde, beni yirmi gün hasta eyledi. Hıfz-ı İlâhî ile, benim için tehlikeli olan hastaneye gitmeye mecbûr edilmedim. Kat’iyyen vücûdum aşıya gelmez. Hem mazeretim kuvvetlidir; hem yetmiş beş yaşında gâyet zaîf olduğumdan, on yaşında bir çocuğa edilen aşıya ancak tahammül ederim. Hem mâdem dâima tecrid-i mutlak içindeyim, benim başkalarla temasım yok. Hem bir ay evvel iki doktoru vali Emirdağı’na gönderdi, beni tam muayene ettiler, hiç bir sâri hastalık bulunmadığı, yalnız gâyet zâfiyetten ve tecrid ve ihtiyarlıktan ve kulunç hastalığından başka birşey bulamadılar. Elbette bu hal, beni kanunca aşılamağa mecbûr etmez.

Hem büyük bir ricam var, beni hastahâneye sevketmeyiniz. Bütün hayatımda, husûsan bu yirmi iki sene tecrid-i mutlak ömrümde tahammül edemediğim bir vaziyete, yâni tanımadığım hastabakıcıların hükmü altına mecbûr etmeyiniz. Gerçi bu sıralarda kabre girmeyi hoş görmeğe başlamıştım. Fakat insaniyetlerini gördüğüm bu hapsin hey’et-i idaresinin hatırları ve mahpusların tesellileri için şimdilik hapsi kabre tercih ettim.

* * *
Ses Yok