Şualar | OnDördüncü Şuâ | 396
(384-508)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Bugün birden hâtıra geldi, ki; mes’ele-i Nuriye münâsebetiyle bu medreseye kader-i İlâhî ve kısmetin sevkiyle gelenleri tâziye yerine tebrik eyle. Çünkü ekseriyetin herbiri yirmi-otuz sene, belki yüz sene, belki bin ma’sûm kardeşlerimize bedel gelip onları bir derece zahmetten kurtarıyor.

Hem Nur’la îmana hizmetiniz devam etmekle beraber, herbiri az zamanda çok hizmet etmiş, ba’zıları on senede yüz senelik iş görmüş gibidir. Hem bu yeni Medrese-i Yusufiye’nin imtihanında bulunup onun geniş ve küllî kıymetdar neticelerine bilfiil hissedar olmak için bu zahmetli mücahedeye giriyorlar. Ve kolayca görmelerine müştak oldukları hâlis, sâdık kardeşlerini görüp tatlı bir ders alıp veriyorlar. Hem mâdem dünyanın istirahat zamanları devam etmiyor, boşuboşuna gidiyor; elbette böyle az zahmetle çok kâr kazananlar tebrike lâyıktırlar.

Kardeşlerim, bu geniş hücum, Risâle-i Nur’un fütuhatına karşıdır. Fakat anladılar ki; Nurlara iliştikçe daha ziyâde parlar, ders dâiresi genişlenip ehemmiyet kesbeder ve mağlub olmaz. Yalnız perdesi altına girer. Onun için plânı değiştirdiler, zâhiren Nurlara ilişmiyorlar. Biz mâdem inâyet altındayız, elbette kemâl-i sabır içinde şükretmeliyiz.

* * *


Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Garîb ve lâtif iki hâlimi beyân etmek lâzım geldi.

Birincisi: Benim tecrid-i mutlakta sizin gibi canımdan ziyâde sevdiğim kardeşlerimle serbest görüşemediğimde bir inâyet-i İlâhîyye ve bir maslahat bulunduğu kalbime ihtar edildi. Çünkü elli lirayı sarfedip görüşmek için Emirdağı’na gelerek elli dakika ba’zı on dakika, ba’zı hiç görüşmeden giden çok âhiret kardeşlerimiz, birer bahâne ile kendilerini bu Medrese-i Yusufiye’ye atacaklardı. Benim dar vaktim ve inzivadan gelen hâlet-i ruhiyem bıraksa, o fedakâr dostlara tam sohbet etmeğe hizmet-i Nuriye müsaade etmezdi.

Ses Yok