Şualar | OnDördüncü Şuâ | 491
(384-508)
[Mehmed Feyzi’nin müdâfaasıdır]

Afyon Ağır Ceza Mahkemesine

İddianâme beni Üstadım Said Nursî’nin hem sır kâtibi, hem kendisiyle hem Risâle-i Nur’la şiddetli alâkalı, hem çok hizmet ettiğimi bahisle bu hareketimi medâr-ı mes’uliyet saymış. Ben de buna karşı, bütün kuvvetimle bu ithamı kabul edip iftihar ediyorum. Çünkü fıtratımda ilme karşı gâyet kuvvetli bir iştiyak var. Bir delili şudur ki: Denizli hâdisesinde menzilim taharri edildiği vakit beş yüz seksen aded mütenevvi kütüb-ü ilmiye ve Arabiye evimde bulunduğu resmen sâbit olmuştur. Benim fakr-ı halimle ve gençliğimle ve lîsan-ı Arabîde noksaniyetimle beraber bu zamanda binde bir şahısta bulunmayan bu mütenevvi beş yüz seksen cild kitabı bana toplattıran fevkalâde bir talebelik şevki ve hârika bir aşk-ı ilmîdir.

İşte bu fıtrî isti’dâd ile dâima hakîki bir üstad arıyordum. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükrolsun ki, uzakta aradığımı pek yakında elime verdi. Evet Üstadım olan Said Nursî’nin bütün hayatının gayesi, şevk-i ilimde ve ulûm-u İslâmiyeyi bilmek aşkında geçtiğini bütün hayatı şehâdet ediyor. Hem ben müşahedatımla, hem Üstadımın matbu tarihçe-i hayatıyla, hem eski talebelerinden aldığım ma’lûmatla kat’i bildim ki; bendeki fıtrî aşk-ı ilmî, Üstadımda hârika bir sûrette bulunuyor ki, bu zamanda bütün medrese âlimlerinin hilafına olarak pek hârika, tek başıyla medrese talebeliğini muhafaza edip her belâya tahammül etmiş. Hatta ehl-i siyaset, üstadımın bu acîb hallerini anlamadıkları için hiç alâkası olmayan bir nevi siyasete temas ettirmeğe çalışmışlar. Hatta hapislere sokmuşlar. Fakat sonra Cenâb-ı Hak, o aşk-ı ilmîyi Kur’ân’ın hakâikına bir anahtar yapmış. Bütün ehl-i ilmi ve feylesofları hayrette bırakan Risâle-i Nur meydana çıkmış. Ben de o sırada bütün hayatımda aradığım ve kendi fıtratımda ve fakat pek yüksek bulunan bu Üstadı bir ihsân-ı İlâhî olarak Kastamonu’da yanımda buldum. Âhir ömrüme kadar da, buna teşekkür ediyorum.

Ses Yok