Makam-ı iddianın habbeyi kubbe yaparak, iftiharla kabul ettiğim Üstadıma ve Risâle-i Nur’a hizmetimle beni büyük bir diplomat ve entrikacı bir adam tarzında gösterip Nurlara gelen mevhum suçta bana büyük bir hisse vermesine mukabil derim ki: Dinî ve îmanî ve ahlâkî eserlerini okumakla, o uğurda hayatımı tereddüdsüz feda eder derecesinde istifade ettiğim Üstadım Bediüzzaman’la yakından alâkadarım. Fakat bu alâka, makam-ı iddianın dediği gibi, vatana ve millete mazarratlı ve halkı devlet aleyhine teşvik etmek değil, belki hiçbir beşerin kendisini kurtaramayacağı kabrin i’dâm-ı ebedîsinden kendimi ve benim gibi bu tehlikeli zamanda îmanını kurtarmağa, ahlâkını düzeltmeğe ve vatana ve millete birer uzv-u nâfi olmağa muhtaç olan din kardeşlerimin îmanlarını kurtarmak yolundaki kopmaz ve kopmayacak bir alâkadır.
Kendisinin yakınlarındanım. Dört sene kadar arasıra hizmetini müftehirâne yapmışım. Bu müddet zarfında kendisinin serâpâ faziletinden başka hiçbir şeyine şâhid değilim. Onun ağzından bir def’a olsun, mehdiliğine ve müceddidliğine dâir bir kelime duymadım. Tevazuun kemâlinde olduğuna yüz binleri aşan Nur nüshaları ve onları okumakla îmanlarını kurtaran yüz binler hâlis Nur şâkirdleri şahiddir.
O Mübârek Üstadım, kendisini bizim gibi Nur talebesi olarak görür. Ve öyle iddia eder.
Bunu elinizde bulunan birçok mektublarında, husûsan Asâ-yı Musa Mecmûasının içindeki “İhlas Risâlesi”nde kolaylıkla görmek mümkündür. Kendisi “Bâki ve Güneş gibi ve elmas misillû hakîkatler, fâni şâhıslar üzerine bina edilmez ve fâni şahıslar o kıymetdar hakîkatlara sâhib çıkamazlar.” diye risâle ve mektublarında tekrarla zikrettiği hâlde, o zâtın tefahuruna hükmetmek ve Mehdilik ve müceddidlik dâva ettiğini iddia etmek, hiç bir akl-ı selimin kârı değildir. Zîra bütün risâle ve mektubları, insaf ve dikkatle okursanız; bu muhterem allâme-i zamanın asırlardan beri emsâline tesadüf edilmez bir din âlimi ve benzerine rastlanmayacak bir îman kurtarıcısı,