Üçüncü cenaze ise; insanlar gibi her sene dünya yüzünde seyyar bir dünyanın vefatıyla büyük dünya da bu Âyetin sırrıyla vefat edeceği, hayalimin önünde tecessüm etti.
İşte Abdurrahmân’ın vefatının hüznünden gelen bu dehşetli ma’nayı bütün bütün aydınlattıracak ve hakîki teselli ve sönmez nur verecek bu Âyet-i Kerîme, ma’nayı işarîsiyle imdâda yetişti.
Evet bu Âyet bildirdi ki: Mâdem Cenâb-ı Hak var, o herşeye bedeldir. Mâdem o bâkidir, elbette o kâfidir. Birtek cilve-i inâyeti, bütün dünya yerini tutar. Ve bir cilve-i nuru, mezkûr üç büyük cenazeye ma’nevî hayat verir. Cenazeler olmadığını, belki vazifelerini bitirmiş başka âlemlere gitmiş olduklarını gösteriyor. Üçüncü Lem’ada bu sırrın îzahı geçtiğinden ona iktifâen burada yalnız derim ki:
ilâ âhir... Âyetinin meâlini gösteren iki def’a “YA BÂKİ ENTEL BÂKİ! YA BÂKİ ENTEL BÂKİ!” beni, gâyet elîm o hazin hâletten kurtardı. Şöyle ki:Birinci def’a “YA BÂKİ ENTEL BÂKİ” dedim, dünya ve dünyadaki Abdurrahmân gibi hadsiz alâkadar olduğum ahbabların zevâlinden ve rabıtalarım kopmasından neş’et eden hadsiz ma’nevî yaralar içinde bir ameliyat-ı cerrahiye nev’inde bir tedavi başladı.
İkinci def’a “YA BÂKİ ENTEL BÂKİ” cümlesi; bütün o hadsiz, ma’nevî yaralara hem merhem, hem tiryak oldu. Yâni; sen bâkisin; giden gitsin, sen yetersin. Mâdem sen bâkisin, zeval bulan herşeye bedel bir cilve-i rahmetin kâfidir. Mâdem sen varsın, senin varlığına îman ile intisâbını bilen ve sırr-ı İslâmiyetle o intisâba göre hareket eden insana herşey var. Fenâ ve zevâl, mevt ve adem bir perdedir, bir tazelenmektir; ayrı ayrı menzillerde gezmek hükmündedir diye düşünüp, tamamıyla o hirkatli, firkatli, hazin, elîm, karanlıklı, dehşetli hâlet-i ruhaniye; sürurlu, neş’eli, lezzetli, nurlu, sevimli, ünsiyetli bir hâlete inkılâb etti. Lîsanım ve kalbim, belki lîsan-ı hâl ile bütün zerrat-ı vücûdum “ELHAMDÜLİLLÂH” dediler.
İşte o cilve-i rahmetin binden bir cüz’ü şudur ki: Ben o hüzüngâhım olan dereden ve o hüzünengiz hâletten Barla’ya döndüm.