İşârâtü'l - İcâz | Mühürlenen Kalbler | 74
(72-82)

Sonra Ehl-i Cebr’e döner söyleriz ki: Abd, bir ağaç gibi bütün bütün ızdırar ve cebr altında değildir. Elinde küçük bir ihtiyar vardır. Çünkü Cenâb-ı Hak hakîmdir; cebr gibi zulümleri intâc eden şeylerden münezzehtir.

S- Cüz’-i ihtiyarî denilen şey nedir? Ne kadar etrafı kazılırsa, altından cebr çıkıyor! Bu, nasıl bir şeydir?

C- Birincisi: Fıtrat ile vicdan, ihtiyarî emirleri, ızdırarî emirlerden tefrik eden gizli bir şeyin vücûduna şehâdet ediyorlar. Tâyin ve ta’birine olan acz, vücûduna halel getirmez.

İkincisi: Abdin bir fiile olan meyelanı Eş’arîlerin mezhebi gibi mevcûd bir emir ise de, o meyelanı bir fiilden diğer bir fiile çevirmekle yapılan tasarruf, i’tibârî bir emir olup abdin elindedir. Eğer Matüridî’lerin mezhebi gibi o meyelanın bizzât bir emr-i i’tibârî olduğuna hükmedilirse, o emr-i i’tibârînin sübut ve tâyini, kendisinin bir illet-i tâmme olduğunu istilzam etmez ki, irâde-i külliyeye ihtiyaç kalmasın. Çünkü çok def’alar meyelanın vukuunda fiil vaki’ olmaz.

Hülâsa: Âdetullahın cereyanı üzerine hâsıl-ı bilmasdarın vücûdu, masdara mütevakkıftır. Masdarın esası ise, meyelandır. Meyelan veya meyelandaki tasarruf mevcûdâttan değildir ki, bir müessire ihtiyacı olsun. Ma’dûm da değildir ki, hâsıl-ı bilmasdar gibi mevcûd olan bir şeyin vücûduna şart kılınmasına veya sevab ve ikaba sebeb olmasına cevaz olmasın.

S- İlm-i ezelînin veya irâde-i ezeliyenin bir fiile taallûkları, ihtiyara mahal bırakmıyor?

C- Birincisi: Abdin ihtiyarından neş’et eden bir fiile ilm-i ezelînin taallûku, o ihtiyara münafî ve ma’ni değildir. Çünkü müessir, ilim değildir, kudrettir. İlim, ma’lûma tâbidir.

İkincisi: İlm-i Ezelî, muhit olduğu için, müsebbebatla esbâbı birlikte abluka eder, içine alır. Yoksa ilm-i ezelî, zannedildiği gibi uzun bir silsilenin başı değildir ki, esbâbdan tegafül ile, yalnız müsebbebat o mebdee isnad edilsin.

Üçüncüsü: Ma’lûm nasıl bir keyfiyet üzerine olursa, ilim öylece taallûk eder. Öyle ise ma’lûmun mekayîsi ve esbâbı, kadere isnad edilemez.

Dördüncüsü: Zannedildiği gibi, irâde-i külliyenin bir def’a müsebbebe, bir def’a da sebebe ayrı ayrı taallûku yoktur. Ancak müsebbeble sebebe bir taallûku vardır.

Dinle
-