Cenâb-ı Hak; kâinatta vaz’ ettiği yüksek nizam gibi, hurdebînî hayvanların bağırsaklarında da pek ince ve latif bir nizam vaz’ etmiştir. Semadaki ecrâmı birbiriyle rabteden cazibe-i umûmî kanunu gibi, cevahir-i ferdi de, yâni zerrâtı da o kanunun bir misliyle nazmetmiştir. Sanki bu zerrât âlemi, o semâvî âleme küçük bir misâldir. Hülâsa, aczin müdahalesi ile kudret mertebeleri ayrılır. Aczi mümteni’ olan kudretçe; büyük, küçük birdir.
Altıncısı: Kudret-i Ezeliye, en evvel eşyanın melekût, yâni iç yüzüne taallûk eder. Bu yüz ise, alel’umum güzel ve şeffaftır. Evet, şems ve kamerin yüzleri parlak olduğu gibi, gecenin ve bulutların da iç yüzleri ziyadardır.
Yedincisi: Beşerin zihni ve fikri, Cenâb-ı Hakk’ın azametine bir mikyas, kemâlâtına bir mizan, evsafının muhakemesine bir vâsıta bulmak vüs’atinde değildir; ancak cemi’ masnuatından ve mecmu-u âsârından ve bütün ef’alinden tahassül ve tecelli eden bir vecihle bakılabilir. Evet zerre, mir’at olur, fakat mikyas olamaz. Bu mes’elelerden tebarüz ettiği vecihle, Cenâb-ı Hakk’ın mümkinata kıyas edilmesi ve mümkinatın onun şuunatına mikyas yapılması, en büyük cehalet ve hamakattır. Çünkü aralarındaki fark, yerden göğe kadardır. Evet, vâcibi mümkine kıyas etmekten, pek gârib ve gülünç şeyler çıkar. Meselâ: Ehl-i tabiat, o aldatıcı kıyas ile, te’sir-i hakîkiyi esbâba; Ehl-i İ’tizal, halk-ı ef’ali abde; Mecusiler, şerri ikinci bir hâlıka isnad etmeye mecbûr olmuşlardır. Güya zuumlarınca Cenâb-ı Hak, azamet-i kibriya ve tenezzühü dolayısiyle, bu gibi hasis ve çirkin şeylere tenezzül etmez. Demek, akılları vehimlerine esir olanlar, bu gibi gülünç şeyleri doğururlar.
İhtar: Mü’minlerden de, vesvese cihetiyle bu vehme ma’rûz kalanlar vardır, dikkat etmek lâzımdır.
Bu âyetin kelimeleri arasında nazmı îcab eden münâsebetlere gelelim:
nin ile irtibatı ve onun arkasında zikredilmesi, cezanın cürme terettübü kabilindendir. Yâni onlar, vakta ki cüz’-i ihtiyarîlerini ifsad etmekle îmana gelmediler, kalblerinin hatmiyle tecziye edildiler. ta’biri, onların dalâletlerini tasvir eden temsilî bir üslûba işârettir. Şöyle ki: