Evet, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın getirdiği şerîatın hakâikı, fıtratın kanunlarındaki müvazeneyi muhafaza etmiştir. İçtimâîyatın rabıtalarına lâzım gelen münâsebetleri ihlâl etmemiştir. Zaman uzadıkça, aralarında ittisal peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki; İslâmiyet, nev-i beşer için fıtrî bir dindir ve içtimâîyatı tezelzülden vikaye eden yegâne bir âmildir.
Bu nükteler ile şu noktaları nazara al, Muhammed-i Haşimî Aleyhissalâtü Vesselâm’a bak. O zât, ümmiliğiyle beraber, bir kuvvete mâlik değildi. Ne onun ve ne de ecdâdının bir hâkimiyetleri sebkat etmemişti; bir hâkimiyete, bir saltanata meyilleri yoktu. Böyle bir vaziyette iken mühim bir makamda, tehlikeli bir mevkide, kemâl-i vüsuk ve itminan ile büyük bir işe teşebbüs etti. Bütün efkâr-ı âmmeye galebe çaldı, bütün ruhlara kendisini sevdirdi, bütün tabiatların üstüne çıktı. Kalblerden bütün vahşet âdetlerini, çirkin ahlâkları kaldırarak, pek yüksek âdât ve güzel ahlâkı te’sis etti. Vahşetin çöllerinde sönmüş olan kalblerdeki kasaveti, ince hissiyatla tebdil ettirdi ve cevher-i insaniyeti izhâr etti. Onları o vahşet köşelerinden çıkararak, evc-i medeniyete yükseltti ve onları o zamana, o âleme muallim yaptı. Ve onlara öyle bir devlet teşkil etti ki, sahirlerin sihirlerini yutan Asâ-yı Mûsa gibi, başka zâlim devletleri yuttu; ve nev’-i beşeri istilâ eden zulüm, fesad, ihtilâl, şekavet rabıtalarını yaktı, yıktı ve az bir zamanda, devlet-i İslâmiyeyi şarktan garba kadar tevsi’ ettirdi. Acaba o zâtın şu macerası, onun mesleği hak ve hakîkat olduğuna delâlet etmez mi?
Altıncı Mes’ele: Bu mes’ele, istikbâl sahifesine bakar. Bu sahifede dahi dört nükte vardır:
Birinci Nükte: Bir insan, ne kadar yüksek olursa olsun, ancak dört-beş fende mütehassıs ve meleke sâhibi olabilir.
İkinci Nükte: Ba’zan olur ki, iki adamın söyledikleri bir söz, bir kelâm mütefavit olur; birisinin cehline sathîliğine, ötekisinin ilmine meharetine delâlet eder. Şöyle ki:
Bir adam düşünmeden, gayr-ı muntazam bir sûrette söyler; ötekisi o sözün evvel ve âhirine bakar, siyak ve sibakını düşünür ve o sözün başka sözler ile münâsebetlerini tasavvur eder ve münâsib bir mevkide, münbit bir yerde zer’ eder. İşte bu adamın şu tarz-ı hareketinden, derece-i ilim ve marifeti anlaşılır. Kur’ân-ı Kerîm’in fenlerden bahsederken aldığı fezlekeler, bu kabil kelâmlardandır.
Üçüncü Nükte: Bu zamanda –vesait, âlât ve edevat– sanayiin tekemmülüyle çocukların oyuncakları gibi âdileşmiş olan çok şeyler vardır ki, eğer onlar bundan iki-üç asır evvel vücûda gelmiş olsaydılar, hârikalardan addedilecekti.