İşârâtü'l - İcâz | Nükteyi İcaziye | 157
(155-175)

3- Himmetin yüksek ve alçak kısımlarını tefrik eden mikyasın, iştigal ve ihtimamdan ibâret olduğunu düşünmüşlerdir. Yâni, yüksek şeylere ihtimam edenin himmeti yüksektir, alçak işlerde iştigal edenin himmeti alçaktır.

4- Kıymet ve azametin, himmet nisbetinde olduğunu zannetmişlerdir. Hatta küçük veya alçak birşeyi, yüksek ve büyük şahıslara isnad etmezler. Güya azîm insanlar, kıymeti olmayan şeylere tenezzül etmezler ve zaîf, küçük birşey, o büyük himmet ve azameti tahammül edemez.

İşte o boş kafalılar, bu noktalara istinâden Cenâb-ı Hakk’ı da insanlara kıyas ederek diyorlar ki: “Allah celâl ve azametiyle insanların konuştukları gibi nasıl insanlar ile tekellüm etmeye tenezzül eder? Ve bu cüz’î ve hakir şeylerden nasıl bahseder? Azametine yakışır mı?” Acaba o süfeha takımı; Allah’ın irâdesi, ilmi, kudreti gibi sâir sıfatlarının da küllî, umûmî, şamil, muhit olduklarını bilmezler mi? Ve yine bilmezler mi ki; Cenâb-ı Hakk’ın azametine mikyas, ancak mecmu’ âsârıdır, yalnız bir eser mikyas olamaz! Ve yine bilmezler mi ki; Cenâb-ı Hakk’ın tecellisine mizan olacak, kâffe-i kelimatıdır ki; eşcar kalem, denizler mürekkeb olsa, o kelimatı yazıp bitiremezler.(Hâşiye) Meselâ: Şems âkıl, ihtiyar ve irâde sâhibi farzedilse, ziyasını bütün âleme neşrettiği bir sırada pis, mülevves bir zerre de onun ziyasından istifade ettiği vakit, şemse karşı “Ne için bu pis, bu mülevves zerre ile meşgul oldu ve ne için ona ziyasını verdi” diye i’tirâz edilebilir mi? Hâşâ! Şemsin azametine bir nakîse gelir mi? Yok.

--------------------------------
(Hâşiye): Bu meâldeki âyette bir mübalağa, bir müzayede görünür. Fakat hakîkata, vakıa bakılırsa; ziyâdelik yoktur. Çünkü; “kelime”, bir ma’nayı ifade eden şeye denir. Amma Nahvîlerin lâfz ile takyid ve tahsis ettikleri, onlara mahsus bir ıstılahtır. Evet biri kal, diğeri hâl olmak üzere iki lîsan vardır. Lîsan-ı kâlin kelimâtı elfaz ise, lîsan-ı hâlin kelimâtı da ahvâldir. Binâenaleyh kudsî şâirin
dediği gibi; kitâb-ı kebîr-i kâinatta yaratılan herhangi bir şey, Hâlık’ın azametine delâlet eden bir kelime-i haliyedir. Eşcar ile denizler, kâinat kitabında mevcûd kelimât-ı hâliyelerin yazılmasına kâfi geldiği takdirde, o denizlerin katreleri, o ağaçların zerreleri birer halî kelime olduğundan, onların da yazılması için mürekkeb, kalem lâzımdır. Öyle ise onlar için de, onlar kadar başka eşcar ve denizler lâzımdır. Ve hâkezâ herbir birincinin katreleri ve kelimâtı yazıldıktan sonra, ona da onun kadar ikinci bir takım eşcar ve denizler lâzımdır. Hal böylece ilâgayrın nihaye teselsül eder gider. Cenâb-ı Hakk’ın kelimâtı, yâni Cenâb-ı Hakk’ın azametine delâlet eden kelimât-ı hâliyesi bitmez. Demek hakîkatta

âyetinin ifade ettiği ma’nada hiçbir cihetle mübalağa, müzayede yoktur, belki tenakus vardır.

Mütercim Abdülmecid


Dinle
-