Îman ve Küfür | Otuzuncu Söz | 162
(149-165)

Binler hikmet-i âliyeyi ifade eden ve herbiri birer mektubat-ı Samedâniye hükmünde olan mevcudatın bir kısmını ona mal eder.

Hem Onuncu Söz’de isbat edildiği gibi, Cenâb-ı Hak, bütün esmâsiyle ve kâinat bütün hakaikıyla ve silsile-i nübüvvet, bütün tahkikatıyla ve Kütübü Semâviye, bütün âyâtiyle gösterdikleri haşir ve âhiret kapısını bulmayıp, haşri nefyedip, ervahlara bir ezeliyet isnad etmişler. İşte bu hurafatlara sair mes’elelerini kıyas edebilirsin. Evet, şeytanlar, güya ene’nin gaga ve pençesiyle, dinsiz feylesoflarının akıllarını havaya kaldırıp dalâlet derelerine atıp dağıtmışdır. Küçük âlemde ene, büyük âlemde tabiat gibi tâğutlardandır.

Geçen hakikatı tenvir edecek bir seyahat-i hayâliye suretinde nimmanzum olarak “Lemeat”ta yazdığım bir vakıa-i misâliyenin meâlini şurada zikretmeğe münasebet geldi. Şöyle ki:

Bu risalenin te’lifinden sekiz sene evvel, İstanbul’da, Ra-mazan-ı Şerifte, meslek-i felsefe ile münasebette bulunan eski Said’in Yeni Said’e inkılâb edeceği bir hengâmdadır ki, fatiha-i Şerîfenin âhirinde:

ile işaret ettiği üç mesleği düşünürken şöyle bir vâkıa-i hayaliye, bir hâdise-i misâliye, rü’yâya benzer bir hâdise gördüm ki:

Ses Yok