Evet, düstur-u cidali o kadar esaslı ve küllî kabul etmişler ki: “Hayat bir cidaldir” diye eblehâne hükmetmişler.
Üçüncü Misâl: Nübüvvetin tevhid-i İlâhî hakkındaki netâic-i âliyesinden ve düstur-u galiyesinden
yâni “Her birliği bulunan, yalnız birden sudûr edecektir. ” “Madem her şeyde ve bütün eşyada bir birlik var, demek, birtek zâtın îcadıdır” diye olan tevhidkârane düsturu nerede? Eski felsefenin bir düstur-u îtikadiyesinden olan
“Birden, bir sudur eder” yani, “Bir zâttan, bizzat birtek sudur edebilir. Sair şeyler, vasıtalar vasıtasıyla ondan sudûr eder” diye Ganiyy-i alelıtlak ve Kadir-i Mutlakı âciz vesâite muhtaç göstererek, bütün esbâba ve vesâite, Rubûbiyette bir nevi şirket verip Hâlik-ı Zülcelâle, “akl-ı evvel” namında bir mahlûku verip, âdeta sâir mülkünü esbaba ve vesâite taksim ederek bir şirk-i azîme yol açan, şirkâlûd ve dalâletpîşe o felsefenin düsturu nerede?.. Hükemânın yüksek kısmı olan İşrâkiyyun böyle haltetseler; Maddiyyun, Tabiiyyun gibi aşağı kısımları ne kadar haltedeceklerini kıyas edebilirsin.
Dördüncü Misal: Nübüvvetin düstur-u hakîmanesinden sırrıyle: “Herşey’in, her zîhayatın neticesi ve hikmeti, kendine ait bir ise; Sâniine ait neticeleri, Fâtırına bakan hikmetleri, binlerdir.