Îman ve Küfür | Otuzuncu Söz | 157
(149-165)

Nübüvvet ise: Gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı İlâhiye ile ve secayayı hasene ile tahallûk etmekle beraber; aczini bilip kudret-i İlâhiyeye iltica, zaafını görüp kuvvet-i İlâhiyeye istinad, fakrını görüp Rahmet-i İlâhiyeye îtimad, ihtiyacını görüp gınâyı İlâhiyeden istimdad, kusurunu görüp afv-ı İlahîye istiğfar, naksını görüp kemâl-i İlâhîye tesbihhân olmaktır diye, ubûdiyetkârane hükmetmişler.

İşte diyanete itâat etmiyen felsefenin böyle yolu şaşırdığı içindir ki; ene, kendi dizginini eline almış.. dalâletin herbir nev’ine koşmuş. İşte şu vecihteki ene’nin başı üstünde bir şecere-i zakkum, neşvünema bulup, âlem-i insaniyetin yarısından fazlasını kaplamış.

İşte o şecerenin kuvve-i şeheviye-i behîmiye dalında, beşerin enzârına verdiği meyveler ise, esnamlar ve âlihelerdir. Çünki: Felsefenin esasında; kuvvet müstahsendir. Hattâ “Elhükmü lilgalib” bir düstûrudur. “Galebe edende bir kuvvet var. Kuvvette hak vardır.” der (Haşiye1). Zulmü mânen alkışlamış; zâlimleri teşci’ etmiştir ve cebbarları, ulûhiyet dâvasına sevketmiştir. Hem masnu’daki güzelliği ve nakıştaki hüsnü, masnûa ve nakşa mal edip, Sâni’ ve Nakkaş’ın mücerred ve mukaddes cemâlinin cilvesine nisbet etmeyerek, “Ne güzel yapılmış” yerine “Ne güzeldir” der. Perestişe lâyık bir sanem hükmüne getirir. Hem, herkese satılan müzahraf, hodfüruş, gösterici, riyakâr bir hüsnü istihsan ettiği için riyakarları alkışlamış, sanemmisalleri kendi âbidlerine âbide (Haşiye2) yapmıştır.

-------------------------------------
(Haşiye1): Düstur-u nübüvvet, “Kuvvet haktadır, hak kuvvette değildir.” der, zulmü keser, adâleti te’min eder.
(Haşiye2):Yâni, o sanem-misâller perestişkârlarının hevesatla-rına hoş görünmek ve teveccühlerini kazanmak için riyakârane gösteriş ile ibadet gibi bir vaziyet gösteriyorlar.
Ses Yok