Îman ve Küfür | Meyve Risalesi'nden | 221
(215-235)
— Biz hayatın herbir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak istiyoruz; bize karışma.
Ben de cevaben dedim:
— Mâdem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip dalâlet ve sefahete atılıyorsun, kat'iyyen bil ki, senin dalâletin hükmüyle bütün geçmiş zaman-ı mâzi ölmüş ve mâdumdur. Ve içinde cenâzeleri çürümüş bir vahşetli mezaristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyla ve dalâlet yoluyla senin başına ve varsa ve ölmemiş ise kalbine, o hadsiz firaklardan ve o nihayetsiz dost-larının ebedî ölümlerinden gelen elemler, senin şimdiki sarhoşça, pek kısa bir zamandaki cüz'î lezzetini imha ettiği gibi; gelecek istikbal zamanı dahi, itikadsızlığın cihetiyle yine mâdum ve karanlıklı ve ölü ve dehşetli bir vahşetgâhtır. Ve oradan gelen ve başını vücuda çıkaran ve zaman-ı hâzıra uğrayan bîçârelerin başları, ecel cellâdının satırıyla kesilip hiçliğe atıldığından, mütemadiyen akıl alâkadarlığiyle senin îmânsız başına hadsiz elîm endişeler yağdırıyor. Senin sefi-hane cüz'î lezzetini zîr ü zeber eder.
Eğer dalâleti ve sefaheti bırakıp îmân-ı tahkiki ve istikamet dâiresine girsen, îmân nuruyla göreceksin ki; o geçmiş zaman-ı mâzi mâdum ve herşeyi çürüten bir mezaristan değil; belki mevcud ve istikbale inkılâb eden nurânî bir âlem ve bâki ruhların istikbaldeki saâdet saraylarına girmelerine bir intizar salonu görünmesi haysiyetiyle değil elem, belki îmânın kuvvetine göre Cennetin bir nevi mânevî lezzetini dünyada dahi tattırdığı gibi; gelecek istikbâl zamanı, değil vahşetgâh ve karanlık, belki îmân gözüyle görünür ki; saadet-i ebediye saraylarında hadsiz rahmeti ve keremi bulunan ve her bahar ve yazı birer sofra yapan ve nimetlerle dolduran bir Rahman-ı
Ben de cevaben dedim:
— Mâdem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip dalâlet ve sefahete atılıyorsun, kat'iyyen bil ki, senin dalâletin hükmüyle bütün geçmiş zaman-ı mâzi ölmüş ve mâdumdur. Ve içinde cenâzeleri çürümüş bir vahşetli mezaristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyla ve dalâlet yoluyla senin başına ve varsa ve ölmemiş ise kalbine, o hadsiz firaklardan ve o nihayetsiz dost-larının ebedî ölümlerinden gelen elemler, senin şimdiki sarhoşça, pek kısa bir zamandaki cüz'î lezzetini imha ettiği gibi; gelecek istikbal zamanı dahi, itikadsızlığın cihetiyle yine mâdum ve karanlıklı ve ölü ve dehşetli bir vahşetgâhtır. Ve oradan gelen ve başını vücuda çıkaran ve zaman-ı hâzıra uğrayan bîçârelerin başları, ecel cellâdının satırıyla kesilip hiçliğe atıldığından, mütemadiyen akıl alâkadarlığiyle senin îmânsız başına hadsiz elîm endişeler yağdırıyor. Senin sefi-hane cüz'î lezzetini zîr ü zeber eder.
Eğer dalâleti ve sefaheti bırakıp îmân-ı tahkiki ve istikamet dâiresine girsen, îmân nuruyla göreceksin ki; o geçmiş zaman-ı mâzi mâdum ve herşeyi çürüten bir mezaristan değil; belki mevcud ve istikbale inkılâb eden nurânî bir âlem ve bâki ruhların istikbaldeki saâdet saraylarına girmelerine bir intizar salonu görünmesi haysiyetiyle değil elem, belki îmânın kuvvetine göre Cennetin bir nevi mânevî lezzetini dünyada dahi tattırdığı gibi; gelecek istikbâl zamanı, değil vahşetgâh ve karanlık, belki îmân gözüyle görünür ki; saadet-i ebediye saraylarında hadsiz rahmeti ve keremi bulunan ve her bahar ve yazı birer sofra yapan ve nimetlerle dolduran bir Rahman-ı
Ses Yok