Hem hastalık, insandaki aczini, zaafını ihsas eder. O aczin lîsaniyle ve zaafın diliyle halen ve kalen bir duâ ettirir.
Cenâb-ı Hak, insana hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir zaaf vermiş...tâ ki dâimî bir sûrette Dergâh-ı İlâhîyyeye iltica edip niyaz etsin, duâ etsin.
yâni: Eğer “duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var”. Âyetin sırriyle insanın hikmet-i hilkatı ve sebeb-i kıymeti olan samîmi duâ ve niyazın bir sebebi hastalık olduğundan, bu nokta-i nazardan şekva değil, ALLAH’a şükür etmek ve hastalığın açtığı duâ musluğunu, âfiyeti kesbetmekle kapamamak gerektir.
ON ÜÇÜNCÜ DEVA: Ey hastalıktan şekva eden biçâre adam! Hastalık ba’zılara ehemmiyetli bir definedir; gâyet kıymetdar bir hediye-i İlâhîyedir. Her hasta, kendi hastalığını o neviden tasavvur edebilir.
Mâdem ecel vakti muayyen değil, Cenâb-ı Hak, insanı yeis-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak için, havf ve rica ortasında ve hem dünya ve hem Âhireti muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizlemiş.
Mâdem her vakit ecel gelebilir... Eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedî hayatına çok zarar verebilir. Hastalık gafleti dağıtır; Âhireti düşündürür; ölümü tahattur ettirir; öylece hazırlanır. Ba’zı öyle bir kazancı olur ki; yirmi senede kazanamadığı bir mertebeyi yirmi günde kazanıyor.
Ezcümle; arkadaşlarımızdan -ALLAH rahmet etsin- iki genç vardı. Biri İlâmalı Sabri, diğeri İslâm Köylü Vezirzâde Mustafa. Bu iki zât, talebelerim içinde kalemsiz oldukları halde, samimiyette ve îman hizmetinde en ileri safda olduklarını hayretle görüyordum!.. Hikmetini bilmedim... vefatlarından sonra anladım ki: Her ikisinde de ehemmiyetli bir hastalık vardı. O hastalık irşadiyle, sâir gâfil ve feraizi terkeden gençlere bedel, en mühim bir takva ve en kıymetdar bir hizmette ve Âhirete nâfi bir vâziyette bulundular.