HÜLÂSA-İ KELÂM : Ehl-i hükümetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idare ve inzibatın ve adliye ve zâbıtanın bizimle uğraşacak hiçbir işleri yoktur. Olsa olsa dünyada hiçbir hükümetin müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir insanın hoşlanmadığı küfr-ü mutlak ve dehşetli bir tâun-u beşerî ve maddiyyunluktan gelen zındıkanın taassubiyle, bir kısım gizli zındıklar şeytanetle, ba’zı resmî me’murları aldatarak, evhamlandırıp aleyhimize sevketmek var.
Biz de deriz; Değil böyle birkaç vehhamı, belki dünyayı aleyhimize sevketseler, Kur’ân kuvvetiyle Allah’ın inâyetiyle yine kaçmayız. O irtidatkâr küfr-ü mutlaka ve o zındıkaya teslim-i silâh etmeyiz.
BU GELEN FIKRA BURAYA MÜSVEDDEYE GİRDİ. BELKİ BİR HİKMETİ VAR DİYE ÇIKARMADIK.
Bu hâdise te’siriyle, ben kendimi ma’sûm kardeşlerime rızâ-yı kalble feda etmeğe, kat’i azm ve cezm ettiğim ve çâresini fikren aradığım vakitte Celcelûtiyyeyi okudum. Birden hatıra geldi ki; İmâm-ı Ali Radıyallahu Anh: “Yâ Rab eman ver” diye duâ etmiş. İnşâallah o duânın sırrıyla selâmete çıkarsınız.
Evet, Hazret-i Ali (R.A.) Kaside-i Celcelûtiyyede, iki sûretle Risâle-i Nur’dan haber verdiği gibi, Âyetü’l-Kübrâ Risâlesine işâreten, i130
der. Ve bu işârette îmâ eder ki; Âyetü’l-Kübrâ yüzünden ehemmiyetli bir musîbet, Risâle-i Nur talebelerine gelecek. Ve “Âyetü’l-Kübrâ hakkı için, o fecet ve musîbetten şâkirdlerine eman ver” diye niyaz eder. O Risâleyi ve menbaını şefaatçi yapar.
Evet Âyetü’l-Kübrâ Risâlesinin tab’ı bahânesiyle gelen musîbet, aynen o remzi gaybîyi tasdik etti. Hem o kasîdede, Risâle-i Nur’un mühim eczalarına, tertibiyle işâretlerin hâtimesinde, mukabil sahifede der;