Said Nursî
Eskişehir mahkemesinde gizli kalmış, resmen zabta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hâtırayı ve lâtif bir vâkıa-i müdafaayı beyân ediyorum.
Orada benden sordular ki: “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?” Ben de dedim: Eskişehir mahkeme reisinden başka, daha sizler dünyaya gelmeden, ben, dindar bir cumhuriyetçi olduğumu, elinizdeki tarihçe-i hayatım isbat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman, şimdiki gibi, hali bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu, ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyu ile yerdim. İşitenler benden soruyordular, ben de derdim: “Bu karınca ve arı milletleri, cumhuriyetçidirler, o cumhuriyet-perverliklerine hürmeten tanelerini karıncalara verirdim.” Sonra dediler: “Sen, Selef-i Sâlihine muhalefet ediyorsun?” Cevaben diyordum: “Hulefa-i Râşidîn; herbiri hem halife, hem Reis-i Cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (R.A.) Aşere-i Mübeşşere ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat ma’nasız isim ve resim değil, belki hakîkat-ı adâleti ve hürriyet-i şer’iyyeyi taşıyan, ma’nayı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”
İşte ey müddei umûmî ve mahkeme azaları: Elli seneden beri, bende bulunan bir fikrin aksiyle beni ittiham ediyorsunuz. Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız; ben biliyorum ki, lâik ma’nası, bîtaraf kalmak, yâni hürriyet-i vicdan düstûruyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet telakki ederim. On senedir -şimdi yirmi sene oluyor- ki, hayat-ı siyasiye ve içtimâîyeden çekilmişim. Hükümet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum.