Tılsımlar Mecmuası | OnBirinci Söz | 16
(14-23)

Birinci güruhû: Kendini tanımış ve aklı başında ve kalbi yerinde oldukları için, o sarayın içindeki acâiblere baktıkları zaman dediler: “Bunda büyük bir iş var.” Hem anladılar ki: Beyhûde değil, âdi bir oyuncak değil. Onun için merak ettiler. “Acaba tılsımı nedir, içinde ne var?” deyip düşünürken, birden o muarrif üstadın(A.S.M.) beyân ettiği nutkunu işittiler. Anladılar ki: Bütün esrarın anahtarları Ondadır; Ona müteveccihen gittiler ve dediler: “Esselâmü Aleyke ya Eyyühel Üstad! Hakkan, şöyle bir muhteşem sarayın, senin gibi sâdık ve müdakkik bir muarrifi lâzımdır. Seyyidimiz sana ne bildirmişse lütfen bize bildiriniz.” Üstad ise, evvel zikri geçen nutukları onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabûl edip tam istifâde ettiler. Pâdişahın marzîyyatı dairesinde amel ettiler. Onların şu edebli muamele ve vaziyetleri o Pâdişahın hoşuna geldiğinden onları has ve yüksek ve tavsif edilmez diğer bir saraya dâvet etti, ihsan etti. Hem öyle bir Cevvâd-ı Melik’e lâyık ve öyle mutî ahaliye şâyeste ve öyle edebli misâfirlere münâsib ve öyle yüksek bir kasra şâyan bir sûrette ikrâm etti... daimî onları saâdetlendirdi.

İkinci güruh ise; akılları bozulmuş, kalbleri sönmüş olduklarından, saraya girdikleri vakit, nefislerine mağlub olup lezzetli taamlardan başka hiç bir şey’e iltifat etmediler; bütün o mehâsinden gözlerini kapadılar ve o üstadın (A.S.M.) irşâdatından ve şâkirdlerinin îkazâtından kulaklarını tıkadılar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar. İçilmeyen, fakat bâzı şeyler için ihzâr edilen iksirlerden içtiler. Sarhoş olup öyle bağırdılar, karıştırdılar; seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler. Sâni’-i Zîşan’ın düsturlarına karşı edebsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onları tutup, öyle edebsizlere lâyık bir hapse attılar.

Ey benimle bu hikâyeyi dinleyen arkadaş! Elbette anladın ki: O Hâkim-i Zîşan; bu kasrı, şu mezkûr maksadlar için bina etmiştir. Şu maksadların husûlü ise, iki şey’e mütevakkıftır:

Birisi: Şu gördüğümüz ve nutkunu işittiğimiz üstadın (A.S.M.) vücûdudur. Çünki: O bulunmazsa, bütün maksadlar beyhûde olur. Çünki: Anlaşılmaz bir kitab, muallimsiz olsa; mânâsız bir kâğıttan ibaret kalır.

İkincisi: Ahali, o Üstadın (A.S.M.) sözünü kabûl edip dinlemesidir. Demek, vücûd-u Üstad vücûd-u kasrın dâîsidir ve ahalinin istimâı, kasrın bekasına sebebdir. Öyle ise denilebilir ki: Şu Üstad (A.S.M.) olmasaydı, o Melik-i Zîşan şu kasrı bina etmezdi. Hem yine denilebilir ki: O Üstadın (A.S.M.) tâlimatını ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr tebdil ve tahvil edilecek.

Ey arkadaş! Hikâye burada bitti. Eğer şu temsîlin sırrını anladınsa bak, hakikatın yüzünü de gör:

Ses Yok