Evet, ni’met içinde in’am görünür; Rahmân’ın iltifatı hissedilir. Ni’metten in’ama geçsen, Mün’im’i bulursun. Hem, her eser-i Samedânî, bir mektub gibi, bir Sâni’-i Zülcelâl’in esmâsını bildirir. Nakıştan mânâya geçsen, Esmâ yoluyla Müsemmayı bulursun. Mâdem şu masnuat-ı fâniyyenin mağzını, içini bulabilirsin; onu elde et, mânâsız kabuğunu kışrını, acımadan fena seyline atabilirsin.
Evet masnuatta hiçbir eser yok ki, çok mânâlı bir lafz-ı mücessem olmasın, Sâni’-i Zülcelâl’in çok esmâsını okutturmasın. Mâdem şu masnuat, elfâzdır, kelimât-ı kudrettir; mânâlarını oku, kalbine koy. Mânâsız kalan elfâzı, bilâperva zevalin havasına at. Arkalarından alâkadarane bakıp meşgul olma.
İşte zâhirperest ve sermayesi âfâkî mâlûmattan ibaret olan akl-ı dünyevî böyle silsile-i efkârı, hiçe ve ademe incirar ettiğinden, hayretinden ve haybetinden me’yusane feryad ediyor. Hakîkate giden bir doğru yol arıyor. Mâdem ufûl edenlerden ve zeval bulanlardan ruh elini çekti. Kalb dahi mecâzî mahbublardan vazgeçti. Vicdan dahi fânilerden yüzünü çevirdi. Sen dahi bîçare nefsim, İbrahimvari gıyâsını çek, kurtul.
Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlâna Câmî, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak ne güzel söylemiş:
demiştir. (Hâşiye)
1— Yâni: Yalnız biri iste, başkaları istenmeye değmiyor.
2— Biri çağır, başkaları imdada gelmiyor.
Hâşiye: Yalnız bu satır Mevlâna Câmî’nin kelâmıdır.