Kur’an-ı Hakîm ile felsefe ulûmunun mahsûl-ü hikmetlerini, ders-i ibretlerini, derece-i ilimlerini muvazene etmek istersen; şu gelecek sözlere dikkat et!
İşte Kur’an-ı Mu’ciz-ül-Beyân’ın bütün kâinattaki âdiyat nâmıyla yâdolunan, hârikulâde ve birer mu’cize-i kudret olan mevcûdât üstündeki âdet ve ülfet perdesini keskin beyânâtıyla yırtıp, o hakaik-i acîbeyi zîşuura açıp, nazar-ı ibretlerini celbedip, ukûle tükenmez bir hazine-i ulûm açar.
Felsefe hikmeti ise, bütün hârikulâde olan mu’cizât-ı kudreti, âdet perdesi içinde saklayıp, câhilâne ve lâkaydâne üstünde geçer. Yalnız hârikulâdelikten düşen ve intizâm-ı hilkatten hurûc eden ve kemâl-i fıtrattan sukut eden nâdir ferdleri nazar-ı dikkate arzeder, onları birer ibretli hikmet diye zîşuura takdim eder. Meselâ: En câmi’ bir mu’cize-i kudret olan insânın hilkatini âdi deyip lâkaydlıkla bakar. Fakat insânın kemâl-i hilkatinden hurûc etmiş, üç ayaklı yahut iki başlı bir insânı bir velvele-i istiğrabla nazar-ı ibrete teşhir eder. Meselâ: En lâtif ve umumî bir mu’cize-i rahmet olan bütün yavruların hazine-i gaybdan muntâzam iâşelerini âdi görüp, küfran perdesini üstüne çeker.