Fakat, intizâmdan şüzuz etmiş, kabilesinden cüda olmuş, yalnız olarak gurbete düşmüş, denizin altında olan bir böceğin bir yeşil yaprakla iaşesini görür, ondan tecelli eden lütuf ve keremle hazır balıkçıları ağlatmak ister (Hâşiye). İşte Kur’an-ı Kerim’in ilim ve hikmet ve mârifet-i İlâhiyye cihetiyle servet ve gınâsı; ve felsefenin ilim ve ibret ve mârifet-i Sâni’ cihetindeki fakr ve iflâsını gör, ibret al!
İşte bu sırdandır ki: Kur’an-ı Hakîm, nihayetsiz parlak, yüksek hakîkatları câmi’ olduğundan, şiirin hayâlâtından müstağnidir. Evet, Kur’an-ı Mu’ciz-ül-Beyân’ın i’câz derecesindeki kemâl-i nizâm ve intizâmı ve kitab-ı kâinattaki intizâmât-ı san’atı, muntâzam üslûblarıyla tefsir ettikleri halde; manzum olmadığının diğer bir sebebi de budur ki: Âyetlerinin herbir necmi, vezin kaydı altına girmeyip tâ ekser âyetlere bir nevi merkez olsun ve kardeşi olsun ve mâbeynlerinde mevcûd münâsebet-i mânevîyyeye rabıta olmak için, o dâire-i muhita içindeki âyetlere birer hatt-ı münasebet teşkil etsin. Güya serbest herbir âyetin, ekser âyetlere bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü var. Kur’an içinde binler Kur’an bulunur ki, herbir meşreb sahibine birisini verir. Nasılki, Yirmibeşinci Söz’de beyân edildiği gibi; Sûre-i İhlâs içinde otuzaltı Sûre-i İhlâs mikdarınca herbiri zilecniha olan altı cümlenin terkibatından müteşekkil bir hazine-i ilm-i tevhid bulunur ve tazammun ediyor. Evet, nasılki semâda olan intizâmsız yıldızların sûreten adem-i intizâmı cihetiyle herbir yıldız, kayıd altına girmeyip herbirisi ekser yıldızlara bir nevi merkez olarak daire-i muhîtasındaki -birer birer- herbir yıldıza mevcûdat beynindeki nisbet-i hafiyyeye işaret olarak birer hatt-ı münasebet uzatıyor. Güya herbir tek yıldız, necm-i âyet gibi umum yıldızlara bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü vardır. İşte intizâmsızlık içinde kemâl-i intizâmı gör, ibret al!
’nün bir sırrını bil! Hem âyet-i
sırrını da bununla anla ki: Şiirin şe’ni; küçük ve sönük hakîkatları, büyük ve parlak hayallerle süslendirip beğendirmek ister. Halbuki Kur’anın hakîkatları; o kadar büyük, âlî, parlak ve revnakdardır ki, en büyük ve parlak hayal, o hakîkatlara nisbet edilse; gayet küçük ve sönük kalır. Meselâ:
Haşiye: Amerika’da aynen bu vâkıa olmuştur.