Şu Söz iki maksaddır. Birinci Maksad, “Ene”nin mâhiyet ve neticesinden; İkinci Maksad, “zerre”nin hareket ve vazifesinden bahseder.
Şu âyetin büyük hazinesinden tek bir cevherine işaret edeceğiz. Şöyle ki:
Gök, zemin, dağ tahammülünden çekindiği ve korktuğu emanetin müteaddid vücuhundan bir ferdi, bir vechi, “Ene”dir. Evet “Ene”, zaman-ı Âdemden şimdiye kadar âlem-i insânîyyetin etrafına dal budak salan nuranî bir şecere-i tûba ile, müthiş bir şecere-i zakkumun çekirdeğidir. Şu azîm hakîkata girişmeden evvel, o hakîkatın fehmini teshil edecek bir mukaddime beyân ederiz. Şöyle ki:
Ene, künûz-u mahfiyye olan Esmâ-i İlâhiyyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşadır, bir tılsım-ı hayretfezâdır.